Facebok

17 Ekim 2014 Cuma

BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN

' Biz kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz, daha dün ilkokul sıralarında birlikte muhteşem zaman geçirdiğimiz yada kavga ettiğimiz insanlar nerede, üniversite arkadaşlarıyla bile yıllardır görüşmüyoruz. Onlar öldü, bu dünyaya ait değiller. Patronlarımız, iş arkadaşlarımız, ilk aşklarımız, hasımlarımız, müdürlerimiz hepsi geçti yani onlar da öldü ve sen egolarından sıyrılamadığın sen, hiç bir önemin yok tıpkı diğerleri gibi. Budha, İsa, Muhammed gibi, Mozart, Tolstoy, Atatürk gibi... Hepimiz birer hiçkimseyiz.
Düşünsenize bunun verdiği özgürlüğü. Aslında yarattığın değerlerin hiç bir önemi olmadığını. Git bugün birilerine rezil ol ne çıkar. Git işinden istifa et. Polis memurunu tokatla hepsinin sadece üç kuruşluk sonuçları olacaktır. Sen hayatta kalmak için, ömrünü tamamlamak için yeni şeyler bulacaksın.
Hadi şimdi git düşün kafandaki küçük günlük sorunların bi bok olmadığını sadece yaşa.
Bu da sonradan aklıma geldi eklemeden gitmeyeyim dedim ; "Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor"  '
(Bu yazı alıntıdır şu adresten ulaşabilirsiniz.)

Çok ihmal ettik buraları dimi, öyle oldu işte, öyle olması gerekiyordu demek ki.. Bir kaç güne kadar devam edicez yola, artık nelere ihtiyacımız olup, nelere olmadığının farkında olarak..
Asya'da tohumu ekmişiz, at sırtındaki yolculuğumuzda filizler çıktı ve yeşerdi her yanımız son olarak Rainbow kampında da çiçeklerimiz açtı...

Şimdi yoldaşlarımız Düldül ve Kınalı'dan ayrıldıktan sonra İstanbul'a gelene kadar yaşadıklarımızı özetleyeyim..

Mardin merkezdeyiz. Otostop için ana yola çıkmamız lazım. Bulunduğumuz yerden oraya yürümek mümkün olamayacağı için atladık dolmuşa, doğru Mardin şehirler arası otobüs terminalinin önüne. Oradan ana yola çıktık ve çantaları taşıdık yolun kenarına. Arkadan iki adam çıka geldi.

Napıyosunuz gençler burada. N'oldu atlar?

Meğer bunlar 1 ay önce Midyat'a girerken ilk mola verdiğimiz ayrancıda gördüğümüz adamlar. Bürolarına davet ettiler. Akşam misafir etmek istediler. Bizde otostopla Gaziantep'e gideceğimizi söyledik. Olmaz öyle şey deyip otobüs biletlerimizi aldılar :)
Henüz nerede kalacağımızı bilmiyoruz. CS den mesaj attığımız bir doktor vardı. Beni arayın demiş.. Aradık, geliyoruz biz diye. Evde değilim tatile gidiyorum dedi ama o muhteşem insan bizim için apartman görevlisiyle görüştü ve evinin anahtarını ondan alabileceğimizi söyledi. İletişim bilgilerini aldık. Artık Antep'de kalacak yerimiz hazır! Bu arada benim ayak alçıda, elimde bastonlar, çantaların ikisini de Coşkun taşıyor.. Ailemizin hamalı :)



Pek kısa sayılmayacak sıkıcı bir otobüs yolculuğunun ardından eve gitmek için dolmuşlara bindik. Adres elimizde, şoför kararsız kaldı nerede indirmesi gerektiği konusunda derken arkadan bir çift en iyisi şurada inin taksi ile gidin garanti olsun falan dedi. Valla dedik taksiye verecek paramız yok. Demez olaydık, cebimize para sokuşturdular inerken ve gözden kayboldular..

Neyse indik dolmuştan iki dakika mesafedeymiş zaten apartman. Girdik daireye. Dolapta sarımsak turşusu bulduk ve tamamını bitirmemek için zor dayandık :) O neydi öyle nasıl bir lezzetti yahu.. Artık 1 ay oldu, alçıyı çıkartmamız gerek. Hastaneye gitmek istemiyoruz, zaten sigorta yok acilden dayanılmaz kaşıntı şikayeti ile girebilirdik belki :) Ama neyse ki isviçre çakımız var, doğuma bile girilir bu aletle! Amerikan alçı dedikleri hafif ve sert bir malzeme olduğu için baya uğraştık ama çıktı sonunda. Oh!!



Sonra o erimiş kemiğe dönmüş bacakla sokakları ve baklavacıları falan dolaştık. Bütün meşhur baklavalardan aldık. Sanki çok lazımmış gibi. Bu da kötü bir deneyim. İnsanın neye ihtiyacı olduğu neyden zevk aldığı zamanla değişiyor yani eskiden değer verdiğiniz bir çok şey değersizleşebiliyor. Hiç bir şey bir güler yüz kadar tatlı gelmiyor...



Sonra yola çıktık. Tekrar otostop. Adana'ya kadar geldik. Oradan bir kamyonetle Antalya sınırına kadar geçtik. Oradan başka bir tırla Konya'da geceyi otoyol kenarında çadır kurarak geçirdik. Gece otoyol kenarındaki çimleri sulayan adam geldi.
Napıyosunuz burada!?
Abi uyuyoz, yarın erkenden yola devam edicez.
Suyu açacam ıslanırsınız burada
Valla abi ıslatma bizi lütfen bu taraftaki fişkiyeleri açma noolur, dedik:)
O da bakalım nolcak dedi ve gitti. Bir kaç dakika sonra etrafımızda bir sürü fıskiye açıktı ve bir tek bizim çadıra su gelmiyordu :)



Tırlardaki rahatlık başka hiç bir araçta yook.



Sabah erkenden uyandık ve Antalya Akseki'ye doğru otostopa devam. Önce bir adam durdu o bizi Konya şehirinin dışına bıraktı. Oradan hayvanların kesimhaneden kullanılmayan atıklarını toplayıp uzak doğuya satan bir adam Seydişehir'e kadar getirdi. Sonra sürekli yalan söyleyen bir bira kamyonu şoförü tesadüfen tam girmemiz gereken yol ayrımının yanındaki lokantada durdu:) Buradan sonra ya taksi ya da yürüyeceksin Rainbow kamp alanına ama normal yürüyemiyorum hala kaslar eridiği için, iki bastonla yavaş yavaş.. Du bakalım napıcaz dedik oturduk çay içiyoruz öyle. Karma yine ve hep çalışıyor..

Saçları rastalı motorlu biri geldi. Sarıldık.. Yaklaşık 15km yolu o bacakla yürüyemeyeceğim için Hasan beni onca yükle birlikte motorun arkasına attı ve hooop kamp alanındayız. Coşkun arkadan yürüyerek geliyordu ama Hasan onu da almaya gitti..

Rainbow nedir derseniz tam anlamı ile bir ailedir.. Kavgası ile, yemeği ile, öğreneceğiniz ve öğreteceğiniz şeylerle, paylaşım ile kocaman bir aile. Onlarca, yüzlerce kardeşiniz ile birlikte muhteşem bir coğrafyada yaşadığınıza şükretmek ve hayatın tadını çıkartmaktır.

Rainbow ağaç olabilmektir, sonra  kuruyup odun olmak, taşınmak ve yakacak olmak, sonra çemberin tam ortasında tutuşmaktır. Sonra ateş olmaktır. Sonra alev, yükselmektir, kıvılcım olup yıldızlara karışmaktır. Sonra duman olup solunmaktır, solumaktır.. En son kül olmak ve yeniden ağaç olmaktır..

Yaşamaktır, gerçek anlamda yaşamak. Müzik yapılır, şarkılar söylenir. Yemeğe şarkılar ve şükür ile başlanır. Çay içilir. Sohbet edilir. Odun toplanır. Sıradan şeyler.. Zaten ne önemi var ki şu kısacık ömrümüzde... Sadece muhteşem anlara ihtiyacımız var. Muhteşem bir 10-15 gün geçirdik. Muhteşem insanlarla tanıştık. Muhteşem çaylar içtik. Kardeşlerimiz oradaydı.











Rainbow'dan sonra Bodrum'a doğru yola çıktık. Önce Antalya'ya gittik. Bir gece Side'de şezlongların üstünde uyuduk. Arabasıyla bizi Akseki'den oraya getiren amca eşinden olumlu yanıt alamayınca ( hırlı mıdır hırsız mıdır getirme eve tanımadığımız kişileri muhabbeti yüzünden ;) ) çok istemesine rağmen evine götüremedi bizi :) Kumsalda bir arkadaşının barının önündeki şezlonglarda uyuduk o gece. Sonra bir gece Antalya Merkezde Rainbowdan arkadaşımız Eylem'in evinde misafir olduk. Bizden bir kaç gün önce yola çıkmıştı. Onunla şöyle bir oyun oynadık. Sokakta gülen birini görünce sarılıp öpecektim. Tam yarım saat boyunca bir sürü yer dolaştık ve tek bir gülen insanla karşılaşmadığımız gibi kendisine yanlış bilgi verdiğini iddia eden yaşlıca kızgın bir adamın elinden tezgahtarı zor kurtardık!

Etrafımızdaki neredeyse her çocuğun, takıntılı bir şekilde eline geçen her şey için "bu benim" dediğini fark edince artık şehirlerde yaşamamamız gerektiğini kesinleştirdik kafada. Her şeyin birilerinin olduğu bu kısacık yaşamda küçücük anlarımızın tadını nasıl çıkartabiliriz ki?

Sonra şu anda uzaklarda biryerlerde olan Onur ile görüştük. Evinde misafir olduk. Kısa bir kaç yolculuğa çıktık. Çok sevdiği Antalya'nın içine nasıl sıçılmış gösterdi bize. Sonra Alakır'ı aradık ama bulamadık. Ertesi gece arkadaşı  Hülya'ların evinde kaldık. Ramazan ayıydı o ara tabi yemekler, sofralar dolup taşıyor :)

Herkes hayatlarından nefret ediyor, ya elleri kolları bağlı, ya da kurtulmak için biraz daha 'zaman' biraz daha 'ıvır' biraz daha 'zıvır' farkında değiller ama sadece biraz daha 'bahane' için beklemedeler. Halbuki zaman geçiyor ve 1 dakika önceni bile geri alman mümkün değil, tıpkı 1 dakika sonrasına bile sahip olup olamayacağının garantisi olmadığı gibi..

Akdeniz..

Tepeden Antalya manzarası

Onur bizi şehir dışına kadar bıraktı sağolsun. Sonra hazır gelmişken bütün kardeşlerimizin bahsettiği Olimpos, Çıralı nasılmış görelim dedik ama oraya tam olarak nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum. Kurduk çadırı. Kafasını ve belini kırmış kampçı komşumuzla sohbete daldık.
Benim ayak hala topallıyor ve ağrı yapıyor yürüdükçe o yüzden çok kısa yürüyüşler yapabildik sadece. Can kardeşimiz İbrahim'i gördük. Kafamız nasıl güzel olduysa dere kenarından bambaşka yerlere uçtuk gittik, on dakikalık yürüme mesafesini yıllar süren bir zamanda kat ettikten sonra çadıra gelip uyuduk.
Sonra başkaları geldi. Pek muhabbet edemedik. Şaka yollu da olsa karılarını nasıl köle gibi kullandıklarını kadınların yanında anlattılar. Kimse şikayetçi görünmüyordu..



Olimpos

Olimpos

Çıralı



Çadır topladık ve güzel bir tesadüfle tanışmış olduğumuz bahtını kovalayan bedevi ile arkadaşı bizi ana yola kadar attı. Otostop çekmeye başlar başlamaz iki araç birden durdu. Pikapı tercih ettik. Atladık kasasına, uça uça Finike'ye kadar geldik. Yolda aklımıza karpuz düşmüştü bir ara çeşme kenarında mola verdik kamyonetin önünden karpuz çıkarttılar :)

Otostopçu dostları, efsane adamlar Sedat ve Vedat''a denk geldik sonra. Biri sulu kafayı buluyor diğeri kuru :)  Hayatları keyif çatmak üzere kurulmuş. Bizi Bozburun'a kadar götürdüler. Hindistan'da tanıştığımız dostlarımızı ziyarete geldik buralara.  Cem'in annesi Karadeniz teknelerinin maketlerini satıyor. Buraların ilk geldiği zamanlardaki haline saplanmış bir kadın. Cem onunla birlikte burası da ölecek diyor. Çünkü para babaları o geçmişte asılı kalmış yeri de mahvetmişler. Köylülük ve değerlerin hepsi, keçileri, peynirleri ve adetleri, hatta çocukların oyunları.. Saklambaç dışında sokak oyunu bilmeyen çocuklara bokbaşı ve sulandır oyunlarını öğrettik:) İki gece teknede uyuduk sallana sallana, deniz ile uyandık.. Çocuklarla denize girdik. Hayattaki tek amacı politika olan sakat bir çocuk vardı. Kafası kapalı insanların neden ve nasıl bu kadar büyük bir kinle dolduğunu anladım konuştukça. Hiç bir etki tepkisiz kalmaz. Eğer ötekileştirirseniz düşman edinirsiniz. Yapılacak en iyi şey politikayı reddetmek ve parayı, hırsı, şiddeti, kazanmayı, en iyi olmayı..







Sonra bir gün Marmaris'te kaldık. İstanbul öncesi alıştırma oldu sadece. Cem bizi otostop çekebileceğimiz bir yere bıraktı. Oradan nasıl ayrıldık tam hatırlamıyorum ama mobilya taşıyan bir kamyonetle yol aldık biraz. Yaşam felsefemizden, hayatın ne kadar kısa olduğundan ve yaşadığımız her anın ne kadar kıymetli olduğundan bahsettik. Aylar geçti aradan ama Muhsin abi hala arıyor bizi :)

Tam otostop çekecez tekrar, arkamızdan biri geldi.
Nereye gidiyosunuz siz?  diye sordu Ankara şivesi ile.
Bodrum'a
Ben götüreyim sizi ama kaç para verirsiniz?
Valla biz bedavacıyız :)
Tamam hadi atlayın.
Atladık atlamasına ama abi her kırmızıda geçiyor, her yeşilde de duruyor :)  Hareketleri de garip. Tamam dedi Coşkun sağa çek ne olur ben geçeyim direksiyona. Adam da teklif bekliyomuş hemen çekti kenara:)
Bodrum'a girdik. Otostop çektiğimiz insanlarla çok ilginç bir ilişki kuruyoruz ve otostop arkadaşlıkları ediniyoruz. Zorla cebimize para soktu, sonra gece teknede kalacaz dedik. Geldi Marinaya, bizi misafir eden arkadaşlarla tanıştı. Sabah kahvaltı edelim dedi. Ertesi gün onu rahatsız etmeden nasıl kaçacağımızı bilemedik:)



Sonunda İzmir'e doğru yola çıktık. İranlı turistleri gezdiren bir otobüs aldı bizi İzmir hava alanına kadar gittik. Oradan metroyla merkeze geldik, arkadaşımız Dinçer'le buluştuk. Kısa bir İzmir turu attırdı, karnımızı doyurdu ve bir otele yerleştirdi sağolsun.

Eğer işsizseniz yola çıkıp otostop çekin diyorum. Aklınıza hayalinize gelmeyecek fırsatlar çıkıyor. Yol boyunca nasıl para kazanılır konusunda resmen doktora yaptık. İlgilendiğimiz şey para olsaydı şimdi bol sıfırlı bir banka hesabı ile yaşamımıza devam edebilirdik sanıyorum.

Akşama ancak Kocaeli'ne halamızın evine kadar geldik. Geliş o geliş, aile ziyaretleri yapıp tekrar yollara düşmeyi planlarken babannemin sağlık durumu başta olmak üzere bazı durumlar gelişti ve yaklaşık üç aydır İstanbul'dayız.
Böylece başladığımız noktaya döndük ama gönül gözü açılmış, dünyanın malından soyutlanmış iki 'hiç' olarak döndük. Şimdi cahilliğimizin farkındayız, öğreneceğimiz, yaşayacağımız çok şey var, tabii ki sistemin dışında!



Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok.

Varılacak bir nokta yok, zaman geçiyor, değişim sürekli devam ediyor, yeter ki serbest bırak, seni çevreleyen o görünmeyen kafesi fark et ve kilidi aç, dışına çık, özgürleş! Anahtar mı? Arama boşuna, işte sen anahtarın ta kendisisin ya! Başka bir dünya mümkün..

Emine&Coşkun











18 yorum :

  1. sen o ayakla geziyorsun ya, bahane arayanlar utansın :) bu benim diyen çocuklar, mutsuz yetişkinler... :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok özledim yolda olmayı.. Kesinlikle şehirlerde yaşamaya uygun değil doğamız farkında değilix yada normalleştirmişiz ama en büyük mutsuzluk sebebi bu..

      Sil
    2. Bu Yaz belcikadan Gelip 3 Hafta Yuruyus yapacagim. Mumkun olursa tarihlerimiz beraber yuruyebiliriz. ;)

      Sil
  2. valla sizinle tanışmayı cok istedim yazınızı okurken)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belli mi olur karşılaşırız bi gün biyerlerde belki ;)

      Sil
  3. nerdesiniz neler yapiyorsunuz? bizleri habersiz biraktiniz.yeni yolculuklarinizi bekliyoruz.mesela balkanlara?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Plan yapmıyoruz yapamıyoruz ki, bi bakmışsın Balkanlar'dayız, belli olmaz:) yakında yazıcam bişeyler aksilik olmazsa yollardayız bayaadır..

      Sil
  4. bir daha izmir'e gelmeden (ya da gelince) haber edin

    YanıtlaSil
  5. Daha dun eksiden sözlük yazarlarinin atlarina verdikleri isimler entrysini okurken senin bloga rastladim ve bir gunde hepsini okudum aslinda hazzi ertelemeyi cok severim ama ancak bu kadar erteleyebildim guzel yazilarini okumayi ve simdi bitirdim hepsi cok guzel emeginize saglik son olarak yolunuz tekrar istanbula duserse burada da bir eviniz var... bekleriz omer-gulsen

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Ömer ve Gülşen.. Mutlu oluyorum böyle güzel, içten yorumları görünce😊 Yazmaya devam etmemin tek sebebi de bu kaldı artık, anlatmak boş gelmeye başladı çünkü sadece turizm sektörünü beslemeye katkıda bulunmak gibi geliyor bazen ama sizler gibi güzel bakan insanların varlığını görünce, iyi bir iletişim yolu diyorum yazmak :) Sevgiler..

      Sil
    2. Bence kendinize haksızlık etmeyin siz bu yazıda da olduğu gibi farklı bir gezinin mümkün olabileceğini anlatıyorsunuz Turizm sektörünün saçma sapan programlarında, sınırları çizilmişi belli taşıtlarla (tur otobüsleri vs) yolculuk etmiyorsunuz....
      Ben şu an İbn Batuta'nın seyahatnamesini okuyorum, bence siz İbn Battuta gibi, Marco Polo gibi, Evliya Çelebi gibi seyyahların modern halisiniz...
      Hımm şöyle bir yanlış anlama olmuş, ben sizin Van gezinizden atları satın almanızdan başladım okumaya ve bitirince her güzel şey bittikten sonraki gibi bir boşluğa düştüm ve birkaç gün sonra bu yazıların evveli olacağı aklıma geldi ve tekrar başladım bloga en baştan. Gördüm ki, sizin zaten eviniz varmış İstanbul'da. O halde şöyle ekleyelim, sizin artık İstanbul'da iki dostunuz daha var:)
      Bir diğer husus da şu ki, ben öğretmenim ve bugün okulun ilk günüydü, girdiğim bütün sınıflarda sizden bahsettim ve başka bir dünya mümkün dedim, umarım tek kişi bile olsa biri etkilenir ve daha iyi ve insanca bir dünyaya doğru bir adım atmış oluruz. Sizinle tanışmayı çook istiyoruz. İstanbul'a yolunuz düşerse mutlaka haber edin...

      Sil
    3. Çok mutlu oldum! Gerçekten başka bir dünya mümkün, örnekleri çok! Bizler anlatmaya, yavaş yavaş denemeye başladık, inanıyorum ki artarak devam edecek, ediyor da;)
      Öğretmen olmanın en güzel yanı da bu bence, yani tek bir yaşama bile etki edebiliyor, yön verebiliyor olmak ne kadar muazzam bir şey!
      Biz babannemin ihtiyacı için İstanbul'a döndük, görüşürüz elbet mail adresimi yazayım, haberleşiriz. eminealkayakirac@gmail.com

      Sil
    4. Ayrıca önce atlı yolculuğumuzu okuyup sonra en başa döndüp okuduysanız nasıl bir değişim yaşadığımızı bariz görmüşsünüzdür:) İyi ki diyorum, iyi ki yola çıkmışız..

      Sil
  6. mucize böyle birşey sanırım. coşkunu bu şekilde bulmanın başka tarifi yok :))

    YanıtlaSil
  7. Haha.... Çok güzel bir tesadüf:) Mail adresim coskunkirac@gmail.com oradan haberleşelim. Gelik'ten yıllar sonra bu platformda karşılaşmak... (Coşkun)

    YanıtlaSil
  8. Hadi artik nerdesiniz bi haber verin.Meraktan catlaticaksiniz bizi.Cok ozledik yazilarinizi.Sesi cikmayan bir suru takipciniz var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vay anaam demek öyle:) Eyvallah o zaman önümüzdeki bi kaç gün çalışmaca;)

      Sil