Facebok

13 Nisan 2015 Pazartesi

ÖNCESİ - YOL - SONRASI & KAÇINILMAZ DEĞİŞİM

"Tilkinin dönüp dolaşıp varacağı yer kürkçü dükkanıdır.", "Eee ne zaman işe başlıyosunuz.", "Siz hippi olmuşsunuz ya." "Sen ne iş yapıyon şimdi?"....  Üç ay boyunca etrafımızdaki hemen hemen herkesten benzer laflar duyduk...

Biz ise 'yol'un başından bugüne kadar topladığımız ve yanımızda taşıdığımız bütün kalplerle, sevgiyle doluyduk sadece, kollarımızı açtık herkese. Güler yüzle selamlar verdik bir ay boyunca. Yaşlımızla gencimizle, gelen misafirlerimizle üç ay boyunca şehrin enerjimizi emmesine engel olmak için her türlü çabayı sarf ettik. Ruhun ve sevginin hissedilebilir olduğu her yerde  içimizdeki güzellik ve sevgi keşfedilmeyi bekliyormuş. Hiç satılmadan çöpe giden yiyeceklere dikkat çeken insanlardan tutun da, sokakta göz göze gelip sarıldığımız ve evimize gelen önceden hiç tanımadığımız güzel insanlara, komşularımızdan, kedimize kadar... Çok geyik bir laf gibi geliyor ilk bakışta, 'yol'dan önce ben de öyle derdim ama şükür ki derinliğini hissettik; yaşam şeklimizi ve bakış açımızı tüm 'can'lar için sevgi ve güzelliğin yönüne çevirebildik..

Artık cahilliklerinin farkında olan iki can olarak yoldayız.

 











Otostopla düğüne giden mod ;)
Her şeye rağmen üç ay İstanbul'da kalmak tüm yaşama sevinci ve enerjimizi tüketti yavaş yavaş. Özlemler giderildikten sonra gitme isteği ağır basmaya başladı yine. Biz de aldık sırt çantalarımızı düştük yollara, kış ya da soğuk ne önemi var ki, insan istediği şeyi istediği anda yapmalı..

Şimdi nereye? En güzel cevap yola çıkar çıkmaz geldi. Rotamız Akdeniz, önce bir arkadaşın keşkeğini yemek var, sonra ver elini neresi denk gelirse :)

İlk durak Bursa oldu. Öyle güzel bir tesadüfdü ki.. Amerika'da yaşayan dünyalar güzeli bir anneyle, internet üzerinden edindiğimiz dostluk bizi Bursa'da bir araya getirdi :)

Sonra otostopla yola devam. Denizli'ye gideceğiz. Mevsim kış. Gerçi dışarda kalmak gibi bir sorunumuz yok ama hep daha az dalgalı ve sakin yerlere sığınma çabasındayız.
Durdu bir araba, içinde suratından bin parça düşen genç bir adam. Adını bile hatırlamıyorum. Ben sizi bir daha görmem nasıl olsa dedi ve başından geçen ilginç macerayı anlattı. Otostopla yolculuk yapmanın böyle bir avantajı var, tanıştığınız herkes kendi hikayelerini anlatıyor, böylece bir sürü deneyiminiz oluyor aslında :) Binlerce farklı yaşam hikayesi..
Denizli'deyiz.. Bir arkadaşın köyüne gitmeye çalışıyoruz. Sadece köy ismi var elimizde. Meğer o köyden iki tane varmış! Biri geldiğimiz yer, diğerini 150 km önce geçmişiz bile! Napalım kısmet değilmiş artık, yola devam :)
Benzincide kayıntımızı yedik, sıcak çayları içtik. Tam çadır kuracaktık ki son bir otostop daha çekelim dedik. Çadırı kuralım artık diye yolun kenarına geçerken arabanın biri durdu :)
Antalya Fethiye yol ayrımına kadar geldik. Saat gece 12 falan olmuş artık Kenan'ın düğünü hafta sonunda. Normalde 1-2 gün Denizli'de kalıp geçecektik Fethiye'ye.
Aradık, cevap yok.. Kafası bir milyon olan damat aramamızı gördüğünde biz yol kenarına çadırı kurup uyumuştuk bile:) Olmaz öyle şey deyip gecenin bir yarısı geldi, topladık çadırı eve geçtik sonuç olarak :)

( Taa Nepal'de tanış, dön dolaş Fethiye'de düğününe git.. :)  )

Bir haftadan daha uzun süre Kenan ve dünyalar iyisi ailesinin misafiri olduk. Hazırlıklara yardım ettik ve üç gün süren eğlencenin ardından yollara düştük yine..











Marmaris'te bir şifacı yörüğün, şamanın yanına gittik. Bir ay boyunca onun misafiri olduk.

Bir şamanın kapısından girer girmez içiniz huzurla dolar. Sizi, etrafınızı sarmış olan illüzyondan çeker alır ve gerçek dünyaya, parçası olduğunuz evrene götürür. Orada bütün dertlerinizden arınırsınız.

Örgütlü dinler (müslümanlık, hristiyanlık, musevilik..vb.) ile paganizm arasındaki en önemli fark nedir? Örgütlü dinlerde önce yaparsınız sonra eğer yaptığınız beğenilirse huzura, kurtuluşa erersiniz. Sırf köle olmanız için sizi buna mecbur kılar. Tıpkı sağlık sistemimiz gibi. Herhangi bir rahatsızlığınız varsa tedaviden önce bedelini ödersiniz, çalışırsınız sonra tedavi olmaya uğraşırsınız. Tedaviniz de bir ilacın bağımlılığıdır. Eğer iyileşeceğiniz varsa sebebi o ilaçlar değildir genelde. Sadece iyileşme sürecinde hastalığın etkilerini ortadan kaldırır ilaçlar. Ağrılarınız devam eder ama siz ağrıyı hissetmezsiniz. Diyabetiniz devam eder ama siz onun etkilerinden ilacı kullandığınız sürece kurtulursunuz. En büyük bağımlılar oluruz böylece. Hayatımız pahasına sistemin bir parçası oluruz.. Ama sistemin dışına çıkmaya çalışan insanlar da var iyi ki.. Bu dönemde onların yardımıyla Coşkun için insülin temin ettik. Gereksiz tüketim çılgınlığının farkında olan, endüstri ve teknoloji uygarlığının gösterişiyle kendini, özünü kaybetme noktasına gelmeyi reddeden, egolarından kurtulmuş, Paylaşıyoruz Biz diyen güzel insanlar var. Bu gruba katılın, çevrenize duyurun, paylaşın.. Değişim 'bizimle' başlar, birilerinin bişeyleri değiştirmesini beklemek yerine 'kendimizi' değiştirmeliyiz ki zaten yapabileceğimiz yani elimizden gelen tek şey de bu!



İçinde ateş yanmayan ev 'yuva' değildir artık gözümde..



Yaban mersini






Bir yeri değerli ve güzel kılan orada yaşadıklarınızdır çoğu zaman. Marmaris'de güzel artık bizim için çünkü bir sürü güzel insan, güzel hikayeler var. Muhteşem güzellikteki Ayrık Vadi'de önce misafir, sonra dost olduğumuz Billur ve Sena gibi.. Hepinizi çoook seviyoruz tüm Marmaris ahalisi :)










Sonra Alakır'a doğru yola çıktık. Kafamız karışmış halde, aklımız çelinmiş durumda.. Para her yerde herkes tarafından öncü konumuna getirilmiş. Kimse bizden beş kuruş istemiyor ama elimizden tutan herkes iş teklif ediyor. Fethiye'den ayrılırken neredeyse geri dönüp iş tekliflerini değerlendirmek üzereydik ki Kumluca'ya vardık. Bizi son olarak Finike'den Kumluca'ya doğru götüren çocuğun "abi siz iki yıldır hiç mi çalışmadınız?" sorusu ve on dakikada bir "hiç mi?" "abi hiç mi?" nidaları ile Kumluca'ya vardık.
Şimdi Alakır'a, henüz tanışmadan gönül bağlarımız çoktan bir olmuş can dostlarımızın yanına nasıl gideceğiz? Anlatsam apayrı bir hikaye olur ama türlü tesadüfler ve güzelliklerle standart bakışla mümkün olmayan gidişi başardık, Gölcük köyü muhtarının evinde bir gece misafir kaldıktan sonra 10 km yürüyüş sonrası Alakır'a vardık.







Yukarıdaki ve onun bir üstündeki fotoğrafı gördünüz, aralarındaki mesafe bir HES boyu! Yani Hes'in bıçak gibi keserek önündeki yaşamı katlettiği alan ve Hes'e kadar bereketle, 'can'la, olması gerektiği gibi akan suyla var olan alan. Bu kadarla bitti mi peki? Hayır! Gördüğünüz o güzelliğe ve daha da ilerisine de Hes kondurulmaya çalışılıyor. Hatta bugün, izinler olmamasına rağmen, Alakır 'koruma alanı' ilan edilmiş, daha bir kaç hafta önce 'endemik' yeni bir balık türü keşfedilmişken sondaj kepçesi çalışmaya başladı, evet bugün!! Böyle durumlarda hep üzülüyor, kızıyor, elimiz kolumuz bağlı hissediyoruz ya, işte bu sefer hissetmeyin, üşenmeyin ve şu linkteki dilekçe örneğini ister kopyala-yapıştır yapıp mail olarak, ister çıktı alıp posta olarak gönderin, lütfen..

Moral olarak öyle aşağıda bir yerlerdeydik ki. Sanki hayatın tüm gerçekleri sırtımızdaymış da öbür gün ölecekmiş gibiydik. Sağolsun Birhan bütün sadeliğiyle ile doğada yaşamanın gerçek yüzünü gösterdi. Keriz silkeleme oluşumları olan, google da  'doğada yaşamak' yazınca sistem tarafından karşımıza çıkartılan oluşumlara giydirdi bi güzel. Sistemden beslenen, ondan uzaklaşalım derken alternatifi  haline gelmiş olan yerler, bu konuda umutla yola çıkan tazecik kafaları da hayal kırıklığına uğratıp geri döndürebiliyor ne yazık ki.. İşte tam bu noktada Birhan, Tuğba, Elif ve Cana Işık ile bir araya gelmemiz nasıl da güzel oldu, nasıl da kafamızı açtı! Teşekkür edebilmenin, duygularımı dile getirebilmemin mümkünatı yok, 'yol'dan ve kendimizden şüphe duymadan devam edebilmemizi sağladı bu ışık dolu, sevgi dolu canlar.

Hele Elif'in hikayesi! Mutlaka kendi ağzından okuyun, burada.

Sonra kendi hikayelerini muhteşem bir mizahla anlattı Birhan. Doğa ile birlikte, hiç mücadele etmeden ve kölelik yapmadan nasıl yaşanır ile ilgili örnekler vererek gösterdiler. Kendi el emeklerini sundular, kendi elleri ile yaptıkları yuvada yatırdılar.
İki gün boyunca konuştuklarımız öyle iyi geldi ve öyle rahatlattı ki..  'Başka bir dünya mümkün' diyorum ya sürekli, gözlerimle gördüm işte, herkesin yapabileceği şekilde, gerçekten mümkün!
Önemli olan nokta şu ki; gerçekten istiyor musun? Yeterince arındın ve farkına vardın mı bu şekilde sistemin içinde kalmanın modern kölelik olduğunun, standart yaşamına devam ederek aslında gerçekten 'ihtiyacın' olmayan zibilyon tane şeyin üretimine devam edilmesine; böylece tüm canlılar, tüm doğa ve kendine de zarar verdiğinin? Bunlara net cevap verebiliyorsan; hazırsın, hiç durma ve ayrıntıları, parayı, nasıl yaparım nereye giderimi düşünme, tecrübelerime dayanarak kesinlikle kervan yolda düzülür diyorum!




Yuva



Kumluca'ya geri dönüşü araçların pek kullanmadığı farklı bir yoldan 2 gün yürüyerek yaptık. Yörüklerle tanıştık, güzel tesadüfler olmazsa olmazı zaten yolun, anlatmaya çalışsam da anlatamayacağım şeyler geliyor başımıza yoldayken. Söylemek istediğim şeyi az biraz yollara düşmüş, hikayeler yaşamış olanlar daha iyi anlar sanırım.
Anlatmak zor. Ama şunu söyleyeyim ki hiç bir yerde 'kaybolmak' diye bir şey yok. İçinde sevgiyi, barış ve güzelliği taşıyan hiç kimse yolunu kaybetmez. Varılan noktanın planlanandan farklı olması 'kayboluşun' değil, önceden bilmediğimiz yeni bir 'hikayenin' başladığının göstergesidir. Keyfini çıkartın ;)












Derken Kaş'a vardık. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şekilde Instagram'dan tanıştığımız @denizdenesen ile  buluştuk. Çalıştığı teknede ağırladı bizi sağolsun. Kulağa garip geliyor ama Kaş'ın kara kışından önce son kez denize de girdik :)
Oradan Kalkan'a geldik, Doktor Cevat ile tanıştık.. Onu bilen bilir zaten, hakkında bişeyler söylememe gerek yok. Çok ama çok özel bir insan bizim için. Dağdaki evinde kaldık iki ay kadar. Sedir ve ardıç ağaçlarından oluşan mis kokulu bir orman.. Yılbaşı gecesi de oradaydık, sabah uyandığımızda her yer bembeyazdı :) Daha güzel bir hediye düşünebilen var mı!? Orada kaldığımız süre boyunca başka bir evrende gibiydik, bir nevi meditasyon oldu.





Puf yada osuruk mantarı





Doğanın hazırladığı kardan kaplumbağa :)

Balçıktan çömlek oyarlar; içindeki hiçliktedir çömleğin yararı, ev yapan kapı pencere açar duvara, oradaki hiçliktedir evin yararı. Demek varlık kazanç getirirse, hiçlik yarar getirir..

Sonra Marmaris'e geldik. Kuzenimle takıldık bi gün çalıştığı teknede kaldık gece. Birlikte yürürken baktım bisikletli biri sesleniyor yolun karşısından, Cem ve kızı Güneş! Böyle yakalarım işte diye geldi yanımıza:) Hacı'nın Yeri adında bi restorana gittik birlikte. Nasıl ucuz nasıl ucuz ve o ucuzluğa göre nasıl lezzetli nasıl güzel yemekleri var!!! Marmaris'e gidip de turist silkeleme üstadlarının eline düşmeden buraya kaçın derim, kime sorsanız gösterir zaten, favori mekan, çay 25 kuruş!

Sonra yine Hindistan'da tanıdığımız Ayten'in yanına gittik. Hava hep kötü gitti o hafta, planladığımız kadar aktif olamasak da keyifli yürüyüşler ve yemekler, kahvaltılar ve reçeller, ve sütlaçlar ve çantalar yaptık ;)



Liken




İstanbul'a dönmeye niyetimiz yoktu, bir çok seçenek var önümüzde ama bazen zorundalıklar elini kolunu bağlayabiliyor insanın..
Babannem yatalak durumda ve uzun zamandır ileri derece alzheimer.. Kendisinden çok onunla ilgilenenlerin yardıma ve desteğe ihtiyacı olduğu için biraz yük hafifletmeye geldik yine buraya.
İnandığım şöyle de bir durum var ki, her şey olması gereken zamanda ve mükemmellikte olmuştur, şöyle yapsaydım böyle olurdu diye bir şey yok, yani daha iyisi, daha güzeli yada daha kötüsü zaten olamazdı.
İstanbul'da isek buranın keyfini çıkartmaya bakmalı. Güzellik içimizde diyorum ya, işte bu yüzden nerede olduğumuzdan çok daha önemli olan iç huzurumuzu keşfetmek, gerisi öyle kolay geliyor ki zaten..
Rainbow'dan kardeşlerimizle bir araya geldik güneş tutulması olduğu gün, Heybeli adada domuz tepesine çıktık, ateş yaktık ve tutulmanın güzelliğinin ardından leyleklerin göçüne şahit olduk! Leyleği havada gören çok gezermiş derler :) Bakalım bu sene 'yol' nerelere götürecek bizi..

Oyuncak bebeğine ninni söylerken uyuya kalan tonton :)

Gülü seven dikenine katlanıyor, kesin bilgi! :)


Güneş tutulması

Ne de güzel yakışırmış eline Cura :)

17 Ekim 2014 Cuma

BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN

' Biz kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz, daha dün ilkokul sıralarında birlikte muhteşem zaman geçirdiğimiz yada kavga ettiğimiz insanlar nerede, üniversite arkadaşlarıyla bile yıllardır görüşmüyoruz. Onlar öldü, bu dünyaya ait değiller. Patronlarımız, iş arkadaşlarımız, ilk aşklarımız, hasımlarımız, müdürlerimiz hepsi geçti yani onlar da öldü ve sen egolarından sıyrılamadığın sen, hiç bir önemin yok tıpkı diğerleri gibi. Budha, İsa, Muhammed gibi, Mozart, Tolstoy, Atatürk gibi... Hepimiz birer hiçkimseyiz.
Düşünsenize bunun verdiği özgürlüğü. Aslında yarattığın değerlerin hiç bir önemi olmadığını. Git bugün birilerine rezil ol ne çıkar. Git işinden istifa et. Polis memurunu tokatla hepsinin sadece üç kuruşluk sonuçları olacaktır. Sen hayatta kalmak için, ömrünü tamamlamak için yeni şeyler bulacaksın.
Hadi şimdi git düşün kafandaki küçük günlük sorunların bi bok olmadığını sadece yaşa.
Bu da sonradan aklıma geldi eklemeden gitmeyeyim dedim ; "Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor"  '
(Bu yazı alıntıdır şu adresten ulaşabilirsiniz.)

Çok ihmal ettik buraları dimi, öyle oldu işte, öyle olması gerekiyordu demek ki.. Bir kaç güne kadar devam edicez yola, artık nelere ihtiyacımız olup, nelere olmadığının farkında olarak..
Asya'da tohumu ekmişiz, at sırtındaki yolculuğumuzda filizler çıktı ve yeşerdi her yanımız son olarak Rainbow kampında da çiçeklerimiz açtı...

Şimdi yoldaşlarımız Düldül ve Kınalı'dan ayrıldıktan sonra İstanbul'a gelene kadar yaşadıklarımızı özetleyeyim..

Mardin merkezdeyiz. Otostop için ana yola çıkmamız lazım. Bulunduğumuz yerden oraya yürümek mümkün olamayacağı için atladık dolmuşa, doğru Mardin şehirler arası otobüs terminalinin önüne. Oradan ana yola çıktık ve çantaları taşıdık yolun kenarına. Arkadan iki adam çıka geldi.

Napıyosunuz gençler burada. N'oldu atlar?

Meğer bunlar 1 ay önce Midyat'a girerken ilk mola verdiğimiz ayrancıda gördüğümüz adamlar. Bürolarına davet ettiler. Akşam misafir etmek istediler. Bizde otostopla Gaziantep'e gideceğimizi söyledik. Olmaz öyle şey deyip otobüs biletlerimizi aldılar :)
Henüz nerede kalacağımızı bilmiyoruz. CS den mesaj attığımız bir doktor vardı. Beni arayın demiş.. Aradık, geliyoruz biz diye. Evde değilim tatile gidiyorum dedi ama o muhteşem insan bizim için apartman görevlisiyle görüştü ve evinin anahtarını ondan alabileceğimizi söyledi. İletişim bilgilerini aldık. Artık Antep'de kalacak yerimiz hazır! Bu arada benim ayak alçıda, elimde bastonlar, çantaların ikisini de Coşkun taşıyor.. Ailemizin hamalı :)



Pek kısa sayılmayacak sıkıcı bir otobüs yolculuğunun ardından eve gitmek için dolmuşlara bindik. Adres elimizde, şoför kararsız kaldı nerede indirmesi gerektiği konusunda derken arkadan bir çift en iyisi şurada inin taksi ile gidin garanti olsun falan dedi. Valla dedik taksiye verecek paramız yok. Demez olaydık, cebimize para sokuşturdular inerken ve gözden kayboldular..

Neyse indik dolmuştan iki dakika mesafedeymiş zaten apartman. Girdik daireye. Dolapta sarımsak turşusu bulduk ve tamamını bitirmemek için zor dayandık :) O neydi öyle nasıl bir lezzetti yahu.. Artık 1 ay oldu, alçıyı çıkartmamız gerek. Hastaneye gitmek istemiyoruz, zaten sigorta yok acilden dayanılmaz kaşıntı şikayeti ile girebilirdik belki :) Ama neyse ki isviçre çakımız var, doğuma bile girilir bu aletle! Amerikan alçı dedikleri hafif ve sert bir malzeme olduğu için baya uğraştık ama çıktı sonunda. Oh!!



Sonra o erimiş kemiğe dönmüş bacakla sokakları ve baklavacıları falan dolaştık. Bütün meşhur baklavalardan aldık. Sanki çok lazımmış gibi. Bu da kötü bir deneyim. İnsanın neye ihtiyacı olduğu neyden zevk aldığı zamanla değişiyor yani eskiden değer verdiğiniz bir çok şey değersizleşebiliyor. Hiç bir şey bir güler yüz kadar tatlı gelmiyor...



Sonra yola çıktık. Tekrar otostop. Adana'ya kadar geldik. Oradan bir kamyonetle Antalya sınırına kadar geçtik. Oradan başka bir tırla Konya'da geceyi otoyol kenarında çadır kurarak geçirdik. Gece otoyol kenarındaki çimleri sulayan adam geldi.
Napıyosunuz burada!?
Abi uyuyoz, yarın erkenden yola devam edicez.
Suyu açacam ıslanırsınız burada
Valla abi ıslatma bizi lütfen bu taraftaki fişkiyeleri açma noolur, dedik:)
O da bakalım nolcak dedi ve gitti. Bir kaç dakika sonra etrafımızda bir sürü fıskiye açıktı ve bir tek bizim çadıra su gelmiyordu :)



Tırlardaki rahatlık başka hiç bir araçta yook.



Sabah erkenden uyandık ve Antalya Akseki'ye doğru otostopa devam. Önce bir adam durdu o bizi Konya şehirinin dışına bıraktı. Oradan hayvanların kesimhaneden kullanılmayan atıklarını toplayıp uzak doğuya satan bir adam Seydişehir'e kadar getirdi. Sonra sürekli yalan söyleyen bir bira kamyonu şoförü tesadüfen tam girmemiz gereken yol ayrımının yanındaki lokantada durdu:) Buradan sonra ya taksi ya da yürüyeceksin Rainbow kamp alanına ama normal yürüyemiyorum hala kaslar eridiği için, iki bastonla yavaş yavaş.. Du bakalım napıcaz dedik oturduk çay içiyoruz öyle. Karma yine ve hep çalışıyor..

Saçları rastalı motorlu biri geldi. Sarıldık.. Yaklaşık 15km yolu o bacakla yürüyemeyeceğim için Hasan beni onca yükle birlikte motorun arkasına attı ve hooop kamp alanındayız. Coşkun arkadan yürüyerek geliyordu ama Hasan onu da almaya gitti..

Rainbow nedir derseniz tam anlamı ile bir ailedir.. Kavgası ile, yemeği ile, öğreneceğiniz ve öğreteceğiniz şeylerle, paylaşım ile kocaman bir aile. Onlarca, yüzlerce kardeşiniz ile birlikte muhteşem bir coğrafyada yaşadığınıza şükretmek ve hayatın tadını çıkartmaktır.

Rainbow ağaç olabilmektir, sonra  kuruyup odun olmak, taşınmak ve yakacak olmak, sonra çemberin tam ortasında tutuşmaktır. Sonra ateş olmaktır. Sonra alev, yükselmektir, kıvılcım olup yıldızlara karışmaktır. Sonra duman olup solunmaktır, solumaktır.. En son kül olmak ve yeniden ağaç olmaktır..

Yaşamaktır, gerçek anlamda yaşamak. Müzik yapılır, şarkılar söylenir. Yemeğe şarkılar ve şükür ile başlanır. Çay içilir. Sohbet edilir. Odun toplanır. Sıradan şeyler.. Zaten ne önemi var ki şu kısacık ömrümüzde... Sadece muhteşem anlara ihtiyacımız var. Muhteşem bir 10-15 gün geçirdik. Muhteşem insanlarla tanıştık. Muhteşem çaylar içtik. Kardeşlerimiz oradaydı.











Rainbow'dan sonra Bodrum'a doğru yola çıktık. Önce Antalya'ya gittik. Bir gece Side'de şezlongların üstünde uyuduk. Arabasıyla bizi Akseki'den oraya getiren amca eşinden olumlu yanıt alamayınca ( hırlı mıdır hırsız mıdır getirme eve tanımadığımız kişileri muhabbeti yüzünden ;) ) çok istemesine rağmen evine götüremedi bizi :) Kumsalda bir arkadaşının barının önündeki şezlonglarda uyuduk o gece. Sonra bir gece Antalya Merkezde Rainbowdan arkadaşımız Eylem'in evinde misafir olduk. Bizden bir kaç gün önce yola çıkmıştı. Onunla şöyle bir oyun oynadık. Sokakta gülen birini görünce sarılıp öpecektim. Tam yarım saat boyunca bir sürü yer dolaştık ve tek bir gülen insanla karşılaşmadığımız gibi kendisine yanlış bilgi verdiğini iddia eden yaşlıca kızgın bir adamın elinden tezgahtarı zor kurtardık!

Etrafımızdaki neredeyse her çocuğun, takıntılı bir şekilde eline geçen her şey için "bu benim" dediğini fark edince artık şehirlerde yaşamamamız gerektiğini kesinleştirdik kafada. Her şeyin birilerinin olduğu bu kısacık yaşamda küçücük anlarımızın tadını nasıl çıkartabiliriz ki?

Sonra şu anda uzaklarda biryerlerde olan Onur ile görüştük. Evinde misafir olduk. Kısa bir kaç yolculuğa çıktık. Çok sevdiği Antalya'nın içine nasıl sıçılmış gösterdi bize. Sonra Alakır'ı aradık ama bulamadık. Ertesi gece arkadaşı  Hülya'ların evinde kaldık. Ramazan ayıydı o ara tabi yemekler, sofralar dolup taşıyor :)

Herkes hayatlarından nefret ediyor, ya elleri kolları bağlı, ya da kurtulmak için biraz daha 'zaman' biraz daha 'ıvır' biraz daha 'zıvır' farkında değiller ama sadece biraz daha 'bahane' için beklemedeler. Halbuki zaman geçiyor ve 1 dakika önceni bile geri alman mümkün değil, tıpkı 1 dakika sonrasına bile sahip olup olamayacağının garantisi olmadığı gibi..

Akdeniz..

Tepeden Antalya manzarası

Onur bizi şehir dışına kadar bıraktı sağolsun. Sonra hazır gelmişken bütün kardeşlerimizin bahsettiği Olimpos, Çıralı nasılmış görelim dedik ama oraya tam olarak nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum. Kurduk çadırı. Kafasını ve belini kırmış kampçı komşumuzla sohbete daldık.
Benim ayak hala topallıyor ve ağrı yapıyor yürüdükçe o yüzden çok kısa yürüyüşler yapabildik sadece. Can kardeşimiz İbrahim'i gördük. Kafamız nasıl güzel olduysa dere kenarından bambaşka yerlere uçtuk gittik, on dakikalık yürüme mesafesini yıllar süren bir zamanda kat ettikten sonra çadıra gelip uyuduk.
Sonra başkaları geldi. Pek muhabbet edemedik. Şaka yollu da olsa karılarını nasıl köle gibi kullandıklarını kadınların yanında anlattılar. Kimse şikayetçi görünmüyordu..



Olimpos

Olimpos

Çıralı



Çadır topladık ve güzel bir tesadüfle tanışmış olduğumuz bahtını kovalayan bedevi ile arkadaşı bizi ana yola kadar attı. Otostop çekmeye başlar başlamaz iki araç birden durdu. Pikapı tercih ettik. Atladık kasasına, uça uça Finike'ye kadar geldik. Yolda aklımıza karpuz düşmüştü bir ara çeşme kenarında mola verdik kamyonetin önünden karpuz çıkarttılar :)

Otostopçu dostları, efsane adamlar Sedat ve Vedat''a denk geldik sonra. Biri sulu kafayı buluyor diğeri kuru :)  Hayatları keyif çatmak üzere kurulmuş. Bizi Bozburun'a kadar götürdüler. Hindistan'da tanıştığımız dostlarımızı ziyarete geldik buralara.  Cem'in annesi Karadeniz teknelerinin maketlerini satıyor. Buraların ilk geldiği zamanlardaki haline saplanmış bir kadın. Cem onunla birlikte burası da ölecek diyor. Çünkü para babaları o geçmişte asılı kalmış yeri de mahvetmişler. Köylülük ve değerlerin hepsi, keçileri, peynirleri ve adetleri, hatta çocukların oyunları.. Saklambaç dışında sokak oyunu bilmeyen çocuklara bokbaşı ve sulandır oyunlarını öğrettik:) İki gece teknede uyuduk sallana sallana, deniz ile uyandık.. Çocuklarla denize girdik. Hayattaki tek amacı politika olan sakat bir çocuk vardı. Kafası kapalı insanların neden ve nasıl bu kadar büyük bir kinle dolduğunu anladım konuştukça. Hiç bir etki tepkisiz kalmaz. Eğer ötekileştirirseniz düşman edinirsiniz. Yapılacak en iyi şey politikayı reddetmek ve parayı, hırsı, şiddeti, kazanmayı, en iyi olmayı..







Sonra bir gün Marmaris'te kaldık. İstanbul öncesi alıştırma oldu sadece. Cem bizi otostop çekebileceğimiz bir yere bıraktı. Oradan nasıl ayrıldık tam hatırlamıyorum ama mobilya taşıyan bir kamyonetle yol aldık biraz. Yaşam felsefemizden, hayatın ne kadar kısa olduğundan ve yaşadığımız her anın ne kadar kıymetli olduğundan bahsettik. Aylar geçti aradan ama Muhsin abi hala arıyor bizi :)

Tam otostop çekecez tekrar, arkamızdan biri geldi.
Nereye gidiyosunuz siz?  diye sordu Ankara şivesi ile.
Bodrum'a
Ben götüreyim sizi ama kaç para verirsiniz?
Valla biz bedavacıyız :)
Tamam hadi atlayın.
Atladık atlamasına ama abi her kırmızıda geçiyor, her yeşilde de duruyor :)  Hareketleri de garip. Tamam dedi Coşkun sağa çek ne olur ben geçeyim direksiyona. Adam da teklif bekliyomuş hemen çekti kenara:)
Bodrum'a girdik. Otostop çektiğimiz insanlarla çok ilginç bir ilişki kuruyoruz ve otostop arkadaşlıkları ediniyoruz. Zorla cebimize para soktu, sonra gece teknede kalacaz dedik. Geldi Marinaya, bizi misafir eden arkadaşlarla tanıştı. Sabah kahvaltı edelim dedi. Ertesi gün onu rahatsız etmeden nasıl kaçacağımızı bilemedik:)



Sonunda İzmir'e doğru yola çıktık. İranlı turistleri gezdiren bir otobüs aldı bizi İzmir hava alanına kadar gittik. Oradan metroyla merkeze geldik, arkadaşımız Dinçer'le buluştuk. Kısa bir İzmir turu attırdı, karnımızı doyurdu ve bir otele yerleştirdi sağolsun.

Eğer işsizseniz yola çıkıp otostop çekin diyorum. Aklınıza hayalinize gelmeyecek fırsatlar çıkıyor. Yol boyunca nasıl para kazanılır konusunda resmen doktora yaptık. İlgilendiğimiz şey para olsaydı şimdi bol sıfırlı bir banka hesabı ile yaşamımıza devam edebilirdik sanıyorum.

Akşama ancak Kocaeli'ne halamızın evine kadar geldik. Geliş o geliş, aile ziyaretleri yapıp tekrar yollara düşmeyi planlarken babannemin sağlık durumu başta olmak üzere bazı durumlar gelişti ve yaklaşık üç aydır İstanbul'dayız.
Böylece başladığımız noktaya döndük ama gönül gözü açılmış, dünyanın malından soyutlanmış iki 'hiç' olarak döndük. Şimdi cahilliğimizin farkındayız, öğreneceğimiz, yaşayacağımız çok şey var, tabii ki sistemin dışında!



Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok.

Varılacak bir nokta yok, zaman geçiyor, değişim sürekli devam ediyor, yeter ki serbest bırak, seni çevreleyen o görünmeyen kafesi fark et ve kilidi aç, dışına çık, özgürleş! Anahtar mı? Arama boşuna, işte sen anahtarın ta kendisisin ya! Başka bir dünya mümkün..

Emine&Coşkun