Facebok

13 Mayıs 2014 Salı

İRAN - YASAKLAR İÇİNDE ÖZGÜRLÜK

Persepolis'den ayrılıp Alp ile vedalaşırken nereye gideceğimize hala karar verememiştik. İran'ın Kurdistan bölgesi mi, en kuzeyi mi yoksa Tebriz mi.. Alp sağolsun aklımıza Garmeh'i soktu. Geçen hafta orada olduğunu ve nasıl harika zaman geçirdiğini anlatınca bizde yönümüzü Khur kenti ve oradan da çölde bulunan vaha kasabası Garmeh'e çevirdik. Burada Maziyer ve bir çok değerli insanla tanışacağız. Maziyer İran gibi bir yerde bambaşka, ülkeden tamamen soyutlanmış bir mekan yaratmış kendisine, ailesine, misafirlerine.. Ateshooni guesthouse. Çok şey öğreneceğiz burada belli.. Bu arada Lonely Planet kitabında da yer alıyormuş, sırf bu yüzden vazgeçecektik çok popülerdir diye ama Alp'in anlattıklarının da etkisiyle biniyoruz Khur'a giden otobüse ve sabaha karşı şehirdeyiz. 
Sabahın körü, bu saatte yapacak hiç bişey yok, terminalde bekliyoruz bir kaç saat. Fırsat bu fırsat Hindistan'dan kalan kınalarla pratik yapıyorum ellerimiz üzerinde :)





Hava aydınlanınca yine sevgili Alp'in önerisiyle Silk Road Otel'e gidiyoruz, ya bir gece kalacağız ya da duruma göre Garmeh'e devam edeceğiz. 
Çok güzel eski bir han burası. Bayıldık. Görevli bir köşe gösterdi bize, odalar dolu, çıkış yapanlar olur öğlene doğru dedi..
Biz de kıvrıldık uyuduk biraz, kahvaltının kokusuna uyandık. Tur programlarıyla ilgilenen adam gelince Garmeh'e gideceğimizi söyledik, her gün otobüs yokmuş, bugün öğlen arabası var, yarın yok dedi. Biz de kalmaktan vazgeçtik haliyle öğlene kadar vakit geçirip çıktık. Adamlar otel işletmeciliğinden çok ev sahibi gibi davrandı. Kahvaltı için ücret almadılar, otobüs saatine kadar geçin bir odaya yatın dinlenin falan dediler hatta:) Yolumuz düşerse tekrar gelip kalırız umarım burada, çok sevdik insanlarını, davranışlarını.. 




 
Otobüsün kalkacağı yere giderken az vaktimiz olmasına rağmen çıkıp şehirde dolaşmadığımız için pişman olduk. Çölün ortasına kurulu bu şehirde gördüğünüz her şey diğer İran şehirlerinden çok daha güzeldi.





Otobüs bileti aldıktan sonra İran'daki son günlerimiz olacağının ve artık bu gezinin sonuna yaklaştığımızın farkına vardık. 11 ay sonra artık Türkiye'ye giriş vakti geldi. Geldi de hala içimizde tükenmek bilmeyen bir enerji var. Hindistan'da tanıştığımız Alex bize Moğolistan'a gitmek istediğini ve oradan bir at alarak tüm Moğolistan'ı atla gezmek istediğini söylemişti. Ampul yandı, birbirimize baktık ve NEDEN OLMASIN?! :) Biz neden tüm Anadolu'yu atla gezemeyelim ki? Düşüncesi bile heycanlandırıyor, Van'dan İstanbul'a kadar at ile geze geze Anadolu'yu baştan sona geçmek.. Garmeh'e varana kadar kafamızda bu fikir, kanatlı atlar üzerinde uça uça otobüs yolculuğunu bitirdik. İçimiz içimize sığmıyor, acaba at bulabilir miyiz, paramız yeter mi almaya, yol alabilir miyiz atlarla.. Sorular sorular sorular, uyku uyuyamaz hale geldik resmen.. Bir an önce ülkeye dönmek istiyoruz artık ama şimdi Garmeh'deyiz ve buranın keyfine varalım.. 



Epey bir yoldan sonra otobüsten indik Garmeh ilçesinin merkezinde. Buradan taksi tutmak gerek. İner inmez taksici 'Ateshooni' dedi. Ne kadar çok turist geliyosa artık taksicilerin ilk aklına gelen olmuş :) Cebimizde çok az paramız var ve bitmek üzere. Malum banka kartlarını kullanamıyoruz İran'da. Sonunda vardık mekana ama yer yok dediler, beklemediğimiz bir cevap değildi, popüler bir yer sonuçta.
- Bizim çadırımız var, yer gösterin çadır kuralım, mesela çatı toprak, uygun gözüküyor :) 
Zaten sınırda yaşayan adamlar, kabul ettiler,
- Tamam, ama çok dikkatli olun düşmeyin sakın çatıdan :) 
Bu arada fiyatlar guesthouse standartlarına göre uçuk biraz ya da bizim kuş kadar kalmış bütçemize göre diyeyim :) Gecelik fiyat 35-40 dolar civarında 3 öğün yemek dahil. Bizi fazlasıyla aşıyor ama zaten oda kullanmıyoruz çadırdayız, yemek işini de hallederiz bi şekilde aç bırakacak halleri yok ya bizi zaten et de yemeyi bıraktık, bi şekilde doyururuz karnımızı diyoruz. Hemen önümüzde ahır var ve bir sürü hayvan, onlarla eğlendik önce.. 
Tiiip dalmış uzaklara aşk acısı çeken ergenler gibi :)










Deveyle güreş tutulur mu demeyin, tutuluyormuş;)


İtinayla hayvan beslenir






Sonra evin sahipleri ve daimi misafirleri geldi. Hepsi de bizde iz bırakan insanlar oldu. İstisnasız müzikle, sanatla, diğer alemlerle, şiirle derinden bağları var her birinin. Armin ve Reza ile tanıştık çat pat Türkçe anlaşabiliyoruz. Ağızlarını açınca Hayyam, Hafız, mevlana şiirleri dökülüyor. Bizim bendir dediğimiz onların def dedikleri müzik aleti ile ilk gün bir hayli cebelleştik.
Akşam yemeğinden sonra çatıya çıkıp yıldızların altında rüyalara daldık. 
Eve bir sürü turist geliyor ve ev sahibi Maziyer her gece inanılmaz güzel müzik yapıyor. Bunun arkası çok derin ama du bakalım.






 
İlk günün sabahı çölün ortasında bulunan vahaya yerleşmiş köyü ve köyü gölgesinde bırakan tepeyi gördük. Gariptir ki uzaktan bakılınca çok yüksek ve ulaşılması zor gibi duran bu sıcak çölün ortasındaki tepeye çok kolay tırmanılıyor. Köye yukarıdan bakmış olduk. Büyük bir kedinin ayak izlerini gördüğümüz küçük bir gölet, bir kirpi dikeni ve güzel fotoğraflarla geri döndük, tabi göz hakkı olarak topladığımız hurmaları saymazsak;)



















Buğday tarlaları








Eve döndüğümüzde ortalık tamamen dolmuştu turistlerle. Paraları ile gelip bütün güzellikleri satın alabileceklerini düşünüyorlar. Parayı basıp kısa sürede büyük deneyimler peşindeler. Tıpkı Lsd alıp sonra da bir gurunun yıllarını, ömrünü vererek edindiği tecrübeyi 80 euro ile edindiğini sanmak gibi.. Geçiciler, hızlılar, kendilerinin ve çevrelerinin farkına varmadan tüketip geçip gitme halindeler. Önceden biz de böyleydik sanırım, ama içimizdeki çocuk, içimizdeki sevgi, ışık hep oradaydı, keşfetmek zaman istiyor belki.. 
Sonra İtalyan çift Gianmaria ve Fabio ile tanıştık. Tuz gölüne gitmek için araba ayarlamışlar, boş yer var arabada deyip bizi de davet ettiler :) Tanıştığımız, birlikte anılar biriktirdiğimiz herkesi saysam buradan İstanbul'a double yol olur:) Bizim için dost kalacak, birbirimizi anladığımız ve karşılıklı o bahsettiğim saf sevgiyi hissettiğimiz insanlar öyle çok ki, Fabio, Gianmaria gibi, Alp, Kenan, Ayten, Cem, Aydın, Osman Abi gibi, Alex, Kevin, Chris, Armin, Reza, Maziyer gibi.. 
Neyse tuz gölüne gittik. Burası kocaman bembeyaz bir hayal. Bulut gibi değil, buz gibi değil, kar gibi değil, tuz gibi de değil. Rüya gibi işte. Hele gün batımı seyri.. Fotoğraflar biraz neden bahsettiğimi anlatabilir ama biz bu coğrafyadaki şairler gibi bunu iki mısraya sığdıramıyoruz. Buraya gidin, turist gibi değil, gezgin gibi, bu ruhla gidin. Oradaki cennet badesinden için, üçüncü gözünüzü açın.









































'Bir ben vardır bende, benden içeri.
Gel, gör beni, aşk neyledi.'

Bu lafların anlamını daha önce bu adar net anlamamıştım.
Adamlar aşmış. Buraya gel, sende aşık ol ve beni aşkın ne hale soktuğunu anla. Sende güzel ol!
Kalkın ve silkinin. İçine tıkıldığınız hapishanelerden çıkın. Gördüğünüz ilk kişiye, her kişiye selam verin. Aşık olun..

Gece yine gök yüzüne bakarak, rüyalar içinde uyuduk. Biraz da müzik yaptık. Maziyer çok başka, inanılmaz iyi bir müzisyen. Coşkun'la beraber çaldıkça çaldılar. İçlerinden geldiği gibi. Kuralsız. Sadece yüreklerinde öten kuşun sesini dinledik. Oraya gelen İtalyanlar'da gitar ile müzik yaptılar ama Maziyer'den sonra boğucu ve sıkıcı kaldılar sadece..
Ertesi sabah gitar sesi ile uyandık. Melankolik bir ezgi, Aşık Veysel'den, Anadolu'dan çalıyordu. Böylesi çok daha güzel. Daha içten. Sonra Sitar sesi, Tar sesi geldi. Tüm gün bir sürü İran'a ait müzik aletinin müziğini dinledik, çaldık, söyledik. Sonra Nazım Hikmet'ten masalların masalını anlattık oradakilere.. 


su başında durmuşuz
çınarla ben.
suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.


su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim bir de kedinin.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.

su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

su başında durmuşuz.
önce kedi gidecek
kaybolacak suda sureti.
sonra ben gideceğim
kaybolacak suda suretim.
sonra çınar gidecek
kaybolacak suda sureti.
sonra su gidecek
güneş kalacak,
sonra o da gidecek.

su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
su serin,
çınar ulu,
ben şiir yazıyorum,
kedi uyukluyor,
güneş sıcak,
çok şükür yaşıyoruz.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

Akşama yine davetliyiz. Bu sefer çöl turu ve ev sahiplerinin özel davetlisiyiz. Bizim için araçları büyüttüler. Çünkü hiç bir şeyi satın almadık. Satın alacak kadar paramız yoktu. Çölde deve turu yapan turistlerin peşine takıldık. Kumların içinde koştuk, atladık, zıpladık..



















Sonra güneş battı ve hayal alemine yolculuğa çıktık. Kulağımızda Maziyer'in çaldığı didgeridoo ve davulun sesi, önümüzde çöl çalılarından hazırlanmış ateş, sıcacık çay ve muhteşem insanlar. Herkesi çember şeklinde ateşin etrafına oturttular ama biz ev sahipleri ile kendi küçük halkamızı oluşturup sadece gezginlerin davetli olduğu sofraya oturduk. Tam tepemizde ay var, başımızı sola çeviriyoruz ufukta mars gözüküyor, sağa çeviriyoruz venüs orada ve biz dünyada.. Hepimiz bir halka olmuşuz hep birlikte, tüm evren.. Daha güzel bir 'an' yok, en güzeli, en muhteşemi yaşadığımız 'an'. Tadını çıkartalım, istisnasız her anın, bahaneler üretmeden ve elimizde olmayanı isteyerek kendimizi kafeslere koymadan..















Maziyer yasaklarla dolu bir ülkeden kaçıp Fransa'da Mimari eğitimi almış, orada bir Fransız'la evlenmiş ama doğduğu köye dönüp, burada, İran'da, her şeyin en zor olduğu, özgürlüklerin kısıtlandığı kendi ülkesinde yaşamına devam ediyor. Sadece içinden geleni yaparak yaşıyor. Canı ne isterse bu ölüm cezasının sıradan olduğu ülkede kendi çalıp kendi oynuyor. Onu izlemeye gelenlerden de paralarını alıyor. Muhteşem bir yaşamı var. Sadece içinden geleni yapmak hayattaki en güzel şey. Bu ülkede, özellikle de bu evde anladık ki güzellik, aşk, özgürlük, sevgi içimizde. Bunları bizden hiç bir yönetim ve devlet alamaz. Kafamızın içindeki müziği hiç bir hapishane, mahkum edemez. Sadece kafeslere kapattığımız içimizdeki kuşu serbest bırakmamız gerekiyor.

Mevlana der ki,

Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul.
Ne ararsan, işte o sensin sen!

Ben daha ne diyeyim ki..

Van'a Tahran üzerinden trenle geçtik. Kapıköy sınırından ülkeye giriş yaparken yine aklımızda deli sorular.. Nereden bulacağız iki at, nasıl alacağız? Hayırlısı bakalım :)


'İslamca karar verilen hicap sizin değerlerinizi muhafaza etmektir' yazıyor. Lafın ağırlığını kantar bile tartamıyor ki.. Elveda İran!




 
Coşkun & Emine

4 yorum :

  1. nefis, nefis, nefis... harika deneyimler... harikasınız... Tuz gölündeki romantik fotoğraflarınız da çok güzel:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Heheh çok teşekkürler:) Umarım yansıtabilmişimdir oradaki güzelliği, muhteşemdi bizim için..

      Sil
  2. bir dergiye son iran yazımı yazacak gördüm yazınızı...o kadar guzel okudum ki yazdıklarınızı. kim bilir bi bakasınız karşılaşırız. Umut Canpolat

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler, dünya küçük karşılaşmak umuduyla Umut:)

      Sil