Facebok

28 Mayıs 2014 Çarşamba

MEMLEKETE DÖNÜŞ - VAN

Tahran'dan bindiğimiz trenin Van'a gelişi yaklaşık 1 günü buldu. Kapıköy sınırını geçerken çantaları dışarı çıkarttık, kontroller yapıldı vs bekliyoruz, önümüze gelene de 'at' soruyoruz:) Hemen köyde tanıdıkları olan birinden fiyat bile aldık ama bizi aşıyor.. Fiyatlar böyleyse bizim iş zor :/ O arada trende görevli olan Halit ile tanıştık. Sağolsun tren istasyonundan merkeze kadar Halit ile birlikte geldik. Yemek yedik ve bizim çadırı kondurabilecek yer aramaya başladık. En güvenli ve çadır kurulabilecek yeşil alanı olan, şehir merkezindeki tek noktaya; Van Devlet Tiyatrosunun bahçesine girdik, bekçilerden izin aldık ve çadırımızı kurduk. Sabaha kadar sınırsız çay da var, daha ne olsun;)



Bu arada bu coğrafyaya ilk gelişimiz. Herkes dikkat edin tehlikeli oralar diyor, du bakalım..
İki gün dışarda kaldık ama bazı ihtiyaçlarımız var. Banyo lazım.  CS'ye mesajlar bıraktık. İkinci günün akşamı biz yokken çadır kurduğumuz yere Fatin Abi gelip telefonunu bırakmış. Buralardaki ilk ev sahibimiz kendisi. Bize çok değerli şeyler öğretti sağolsun.. Van merkezde dolandık, yok arkadaş şehir boğuyor, hiç yoktan yorgun düşürüyor bizi. Telefon ile ilgili işlerimizi hallettik ve uzun zamandır hayalini kurduğumuz kahvaltıyı yaptık sonunda, kaymaklı ballı :)





Gelir gelmez şansımızı deneyelim bi dimi


Buralar çok eskilerden beri birilerinin yaşam alanı olmuş, çok ama çok güzel bir nokta. Bu güzelliği en iyi Van Kalesinden gün batımını seyrettiğinide anlıyorsunuz. Belki yüzlerce gün batımı gördük ama abartısız en güzeli Van Gölü ve kalesinden seyrettiğimiz oldu.
Burada gazeteci Murat Abi'nin gezdirdiği İstanbul'dan gelen dört kişi ile karşılaştık. Birlikte gezdik, muhabbet ettik.. Kale maalesef tadilat görmüş ve bu tadilatı kesinlikle laz müteahhit yapmış. Kalenin hemen her yerine beton dökülmüş. Urartu yapısını İstanbul surlarına benzetmişler. İstisnasız tüm Van'lılar eski halinin çok daha iyi olduğunu söylüyor.











Kaleye çıktığınızda etrafında inanılmaz büyük bir şehrin kalıntılarını görüyosunuz. Koskoca bir şehrin ayak izi gibi. Daha yirminci yüzyılın başlarına kadar, yani Ermeni göçüyle birlikte gelen katliama kadar burada koskoca bir şehir varmış. Neredeyse bütün yapıların yerlerini yukarıdan bakarak tespit edebiliyorsunuz. Yalnızca izleri kalmış. Geri kalanını depremde yıkılan evlerin temellerinde bulabilirsiniz. Yani buranın geri döndürülmesi artık imkansız.







Ah restorasyonu çok yanlış anlamış çoook :(








Bütün güzellikleri yok ettiğimiz gibi yerine yapılan Van Büyük şehri ise büyük bir gecekondu mahallesinden ibaret. Kendi kimliği olan ve mimari güzellik adına tek şey Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış bahçeli evler. Onlar da müteahhitler tarafından göz hapsinde. Yıkılıp yerlerine apartmanlar yapmak için fırsat kollanıyor. Halk ne olduğunun farkında değil. Tek düşündükleri ilerleme ölçüsü alışveriş merkezleri ve yollar ama burunlarının dibindeki devlet tiyatrosunun kapatılacak olması kimsenin umrunda değil gibi. Coğrafyanın iki tarafı var. Yoğun bir cahiliyet ve tarafgirlik. Bir tarafı tutmak zorunda olmak en büyük kayıp. Objektif olamıyoruz. Ülke yönetimindeki caniler tarafından yapılan zulümde tüm hümanist duygular kaybedilmiş. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti ordusu buralarda insanlara ırklarından, dillerinden ötürü kan kusturmuş. İnsan olduklarını unutturmuş neredeyse. Şimdi polis batıda insan öldürdüğünde ya da hukuk kanalları saçma sapan kararlar verdiğinde dejavu yaşıyor buradakiler. Biz batıdan oradaki devlet terörünü devletin ve basının yalanlarıyla seyreder ve ses çıkarmazken son zamanlarda aynı duruma düştük. Kolluk kuvvetleri buralarda insanları gece yarıları toplamışlar ve bir daha haber alınamamış. Binlerce çocuk yıllarca hapis cezasına çarptırılmış. Burada eylem sıradan ve günlük bir olay. Ölüm gibi, kan ve göz yaşı gibi. Fatin Abi'ye sorduğumda peki çözüm nasıl olacak? Cevabı sadece şu oluyordu, Ortadoğu'ya bir atom bombası atılmalı, ahan tam bu noktaya bak koordinatları veriyorum. İşte tam burası bizim kahvehane! 
Öbür taraftan özellikle bu coğrafyadaki kadına yapılan zulümden mi bahsedeyim, çocuk gelinlerden ve annelerden mi, yoksa töre cinayetlerinden mi, devletin desteklediği ağalar ve şıhlardan mı, ekonomik olarak önce fakirliğe sonra da cahilliğe mahkum edilmiş halktan mı, bilemedim.. Bunun dışında artık değişime çok güzel bir öncülük eden eş başkanlık ve kadının temsiliyet oranındaki yüzde ellinin üzerindeki orandan da bahsetmeden olmaz. DTP'nin Abdullah Öcalan'ın fikir babalığını yaptığı projesinde kadın ile erkek partinin ve kazanılan mevkiilerin hepsinde eşit olarak temsili olayı hem Türkiye'deki diğer partilere, hem de Dünya'ya örnek teşkil edecek bir çalışma. Eğer bu coğrafya kurtulursa bu eylemin büyük bir payı olacaktır.  
Burada asıl problemin nedeni nedir sorusunun cevabı çok açık. Sermaye büyük şehirlerde kendi çarkını ucuz yoldan çevirmek için iş gücü ihtiyacı duyuyor. Bu iş gücü de hepimizin bildiği gibi Kürt gençleri oluyor. Bütün inşaatlarda bu gerçeğe rastlayabilirsiniz. Ucuz iş gücü için milyonlarca insan Türk ordusu ve Kürt gerillaları tarafından evlerinden, köylerinden uzaklaştırılmış.. Maalesef  "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" olamamışız. Bu gerçeği söylediğinizde kimse kabul de etmiyor. Ne Kürtler ne de Türkler. Sonuç ise apaçık ortada, basit bir sistem örneklemesi. İçinden nasıl çıkarız ben de bilmiyorum.. Emin olduğum tek şey, öncelikle objektif, tarafsız olarak duruma bakabilmeliyiz. İki Kürt kadınının işlettiği el işleri satışı yapılan bir mekana gidip Atatürk resmini göstererek bunun ne işi var burada diye arıza çıkartan Kürt'de, alışveriş yaptıktan sonra senin anadilin Kürtçe mi sorusuna evet cevabını verdiği için aldıklarını geri bırakıp çıkıp giden Türk'de gözümde aynı. Milliyetçilik aynı topraklarda yıllardır yaşayan insanları birbirine düşürmekten başka ne sağlayabilir?

Van'da başınızı kaldırıp etrafa bakınca Erek dağını görmeme şansınız yok. Hemen altında ise Yedi Kilise Köyü varmış. Bir pazar günü sora sora gitmeye çalıştık. Bindiğimiz minibüs bizi yolun yarısında bıraktı. Yürüyerek ulaşmaya çalışırken şansımıza Arafat ile karşılaştık. Bizi adım adım her yere arabası ile götürdü sağolsun. Çok içten davrandılar ailece. Babasının evine gittik, kaç çocuk, kaç torun var kendisi de unutmuş, yaşlanmış bir avcı.. Oyunlar oynadık çocuklarla ve uzun uzun muhabbet ettik. Çocuklar ne öğütlerseniz öğütleyin, söylediklerinizi değil, yaptıklarınızı örnek alırlar.. Umarım en son 30 yıl önce geyik görmüş ve avlamış bu amcanın çocukları farklı düşünür..



Evet, söylediklerimiz değil, yaptıklarımız örnek alınır..






Kilise'nin bir bölümünü depo olarak kullanıyor köylü, depremden sonra iyice bozulmuş..


Eski hali..












Bize buralarda daha önce pek duymadığımız bir kiliseden de bahsettiler. Der Meryem yani Meryem Ana Kilisesi. 365 odası olan bu kilisenin her gün başka bir odasına gün ışığı vuruyormuş. Görmeyi çok istememize rağmen bir türlü gidemedik. 
Sonra Akdamar Adasına gittik. Şansımıza gidilebilecek en güzel mevsimde gitmişiz. Tüm bademler çiçeklerini açmış ve bir şölen hazırlamışlardı bize. Rengarenk çiçekler altında bütün doğa uyanmış aşk yapıyordu. Tavşanlar, martılar, kaplumbağalar...
Sonunda Tamara'nın kendini attığı uçuruma kadar ulaştık. Ayaklarımızın altında kuşlar uçuyor. Aşağı bakıyorum, sanki gökyüzünde yürüyoruz gibi.. Muhteşem!

Yol üzerinde T-Rex soyundan gelen Van Gölü Canavarını da gördük ;)

Ah Tamara ya da Akdamar adası karşımızda..












İfadeler çok manidar değil mi :)
Sanki nine kaplumbağa bu, takma dişlerini çıkartmış :)






Aşk her yerde!
















Fotoğraf çektirmek için koşa koşa yanımıza gelen çocuklar :) Hindistan günlerine döndüm bir an..


Ah Tamara ( Akdamar ) adası ve kilisesi








Sonra Halit ve arkadaşı ile birlikte Edremit ilçesine gittik. Burası çok daha düzenli bir yer ve oldukça fazla sayıda ağaç var. Bademler ve erikler burada da güzeller güzeli çiçeklerini açmış. Günü Yüzüncü Yıl üniversitesinde bitirdik. Van kedisi evini ziyaretten sonra yine çok soğuk bir gün batımının ardından Fatin Abi'nin evinin yolunu tuttuk. 



Artos Dağları


Van Kedisi


Van Kedisi




Bu da tombik Van kedisi




Fatin'in yanında sınır kaçakçılığı konusunda Amerika'daki bir üniversitede doktora yapan Fırat ile tanıştık. Konusunda uzman bir akademisyen. İnceden inceye işlenmiş ve konuya tüm detayları ile birlikte hakim. İlgilendiği konu ise daha çok çay, sigara ve mazot kaçakçılığı. Bunun tek çözüm yolunun ise vatandaşlık numarası üzerinden tüm Van'lılarla birlikte tüm serhat illerindeki halka sınır ticareti hakkı verilerek ticaretin geliştirilmesinden geçtiğini vurguluyor. Her anlamda çok kötü bir sarmal ve çok boyutlu bir iş bu kaçakçılık işi. Bütün işi yapan ve zorlukları çeken en alttaki adam. Yakalandığında da malın tüm ceremesi onda. O yüzden pek çok aile kaçakçılık belasına zorlanmş ve o işten çıkış yolu bulamıyorlarmış. Parası da cazip...
Sonra Fatin'e burada neden hiç ağaç yok dedik. O da şu efsanevi lafı etti. 'Kürt ile ağaç bir arada durmaz, ya kürt gidecek ya da ağaç! '  :) Daha sonraki pek çok örnek de ne kadar haklı olduğunu gösterecek bize..
Ertesi gün Van'dan ayrılacağız ama ne tarafa gitsek diye düşünüyoruz. Hakkari üzerinden mi, yoksa Bitlis'e doğru mu? Hakkari'yi görmek istiyoruz, herkes tavsiye ediyor ama atları da Bitlis tarafında kolay bulursunuz diyorlar..  Neyse çantaları yüklendik, Fatin Abi ile vedalaştık ve karar vermeye çalışırken kahvaltı için oturduk merkezde bir yere. Kapı açıldı, içeri bizim Van kalesinde tanıştığımız gazeteci Murat Abi girdi, apar topar gelin sizi arıyorum bende deyip DHA ofisine götürdü:) Sevgili Gülay ile tanıştık, kalenin oraya gidip çay içtik muhabbet ettik ve fotoğraf falan çekildi, haber yaptılar.





Sonra Adilcevaz ya da Ahlat'a karar vererek otogara gittik ama neden ve nasıl oldu hiç bilmiyorum kendimizi Erciş'e giden minibüste bulduk:) Bizde yol üstünde ilk mola verilecek yer olan Balık bendinde indik. Çadırı kurduk. Yol bizi buraya getirdi, önümüze çıkana 'at' sormaya devam, bir yandan da kader ağlarını örüyor ;)

Coşkun & Emine

4 yorum :

  1. ülkeye hoşgeldiniz.

    ilk gunden beri okuyorum resmen sizinle gezdim.
    o kadar ımrendım ve sevdim ki sizi gun asırı yenı bır sey var mı dıye bakıp yazı yayımlanmıssa hemen bıtmesın dıye ara vere vere tadını cıkara cıkara okudum.

    sonra ısık oldunuz bana Gürkan Genç adını ılk defa burda okudum.

    sonra ne mı oldu ?

    gittim bisiklet aldım 100 km + turlara cıkıp kondisyon geliştirmeye basladım.bende gezebilirm dedim blog acıp yazmaya basladım.zamanla da gelişecek.

    sizi tanımadıgım halde seviyorum cok tatlısınız la.

    İzmirden sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :)) Erhan yorumun çook mutlu etti bizi! Aynı şeyleri hissettik, aynı yollardan geçtik biz de geziye başlamadan önce:) Ne mutlu bu güzel kararında etkili olabildiysek.. Blog adresin ne?

      Sil
    2. http://benimbisikletim.blogspot.com.tr/

      bu linki.

      sibirya ekspresı , goa bende ız bırakanlar.

      değişimim ile ilgili bir yazı yazmayı planlıyorum.

      hanı dedıgınız gıbı bu dunyadan gıderken tek kazancımız gorduklerımız olacak ;)

      sag salim bu turu bıtırın hele cok basınızı agrıtıcam.

      sevgiler
      Erhan

      Sil
    3. Yolumuz İzmir'e düşecek hadi bakalım orada görüşmek üzere;)

      Sil