Facebok

24 Haziran 2014 Salı

BİTLİS'TEN ÇIKIŞ VE İLK KAZA

Bitlis'ten çıkıyoruz..
Bin yıllar önce Nemrut'un kullandığı yoldan Süphan, Muş Ovası ve Van'ı geride bırakıp nihayet Nemrut dağındaki otlaklara hayvanlarını götüren göçerlerin şaşkın bakışları arasında atlarımızın üstünde aheste aheste yol alıyoruz.
Nereye böyle diye başlayan muhabbetin ardından Van'dan geldiğimizi öğrendiklerinde şaşırıyor ve helal olsun diyorlar ama onlar Batman'ın köylerinden bu yolculuğu çoğunlukla yaya olarak ve her mevsim tüm aileleri ile birlikte gerçekleştiriyorlar. Binlerce koyun, onlarca eşek ve bir kaç at ile birlikte koca koca çadırları, süt işleme aletleriyle binlerce yıllık bir kültürle taze ot peşinde gerçekleştirilen bu yolculuk mu daha ilginç, yoksa bizim yaptığımız mı bilemedim..
Cemal abi bir köprüden sonra dağın üzerinden giden eski bir yoldan bahsetmişti ama kaçırdık orayı ve arabaların vızır vızır geçtiği yolun kenarından devam ettik.

Yol dar olduğundan durup inceleyemedik bu güzelliği

Bazı yerlerde dünyanın en gereksiz tünelleri yapılmış. Tünelden önce kullanılan ve şimdi arıcılıkla uğraşanların mekanı olmuş olan yoldan yani tünelin çevresinden dolanarak geçtik. Sonunda bu dar vadide öğle yemeği molası vermek için yine bir arıcının yanında durduk. Sonra öğle yemeğine bizi davet eden adamların aslında korucu olduğunu öğrendik. Bu coğrafyanın taşından, toprağından, binbir çeşit otlarından bahsettiler. Devlet denen mekanizmadan bir kez daha nefret etmemize neden oldular. Eğitimsiz halkın eline silah, cebine para koyup diğer insanların üzerine salıyor. Devlet bu coğrafyada yiyin birbirinizi politikasını uygulamış yıllarca. Hala da devam ediyor.
Yola koyulduk yine..
Biraz sonra yine göçerlerin sürüsüyle karşılaştık. İçlerinde güzel bir de at var. Düldül çıldırdı hemen kişnemeye başladı. Adam hiç bir şey yapmadı. Bizim Düldül üzerinde iki sırt çantası ve Coşkun olduğu halde şaha kalkıyor. Allahtan adamın atı öyle agresif değildi Coşkun'da bizimkini iyi idare etti ve uzaklaştırdı.
Sonra tertemiz bir dere gördük yolun aşağısında. Üzerinde yeşilliklerle kaplanmış eski kemerli taş köprülerden var. Bu asfalt yol olmadan önce o köprüden bulunduğumuz yere geçiliyordu demek. Ne kadar güzeldi kim bilir o zamanlar..

Eski Köprü





Gördüğümüz suyun rengi bizi öyle büyüledi ki... Etrafımızdaki böyle güzellikler sistem tarafından yok edildiği için fareli köyün kavalcısını dinleyen çocuklar gibi bu güzelliğin peşine indik dereye. 10 dakikadan fazla kalmayız diye hayvanları da suyun yanındaki ağaçlara bağladık. Ne olduğunu anlamadan dişi atın ayakları kaydı, düştü dere kenarındaki minik taşların içinde ve boynunda iple ağaca bağlı halde yerde debelenmeye başladı!  Orada ellerinde nacak gibi bir bıçakla ot toplamaya çıkmış olan iki çocuk geldi hemen yanımıza ve kestik ipini.. Zavallım nasıl korktu, öylece kaldı yattığı yerde, ben başladım ağlamaya niye kalkmıyor, canı yanıyor, bişey oldu ayaklarına diye :( Neyse ki beş dakika sonra kalktı kendi kendine problem de yok.. Ucuz atlattık.. Bu bize verilen ilk sinyaldi sanırım. Bu dişi hayvan gerçekten güçsüz, bunu görün, onunla yol olmaz diyor sanki evren.
Sonra bir kamyoncu indi yanımıza, hayvanların otlamaları için başka bir yere geçtik ve şoför muhabbeti eşliğinde bal gibi, buz gibi karpuzu yedik hep birlikte.





Uğur böceğinden sonra ki en sevimli böcükler, bok böcekleridir, bence :)


Yol üstünde bir sürü başıboş at çıktı bu sefer de karşımıza. Tam kamp yapılabilecek alan bulduk derken belki elli atlı bir sürü geldi yanımıza. Sürünün alfa erkeği de Düldül'ün peşine geliyor tabi. Coşkun bu sefer bu kalabalık sürüden kurtulmak için aşağı indi ve eline de bir sopa alarak diğer atlara karşı Düldül ile birlikte bizim sürümüzü korudu :) Böyle büyük at sürülerine liderlik eden atlar gerçekten yaman oluyor. Bir tanesi neredeyse beş kilometre takip etti bizi. Tam ondan kurtulduk derken başka atlar çıktı karşımıza. Bu masum savaş sonucunda Coşkun'un yağmurluğunu kaybettik :)
Sonunda yol kenarında yüksek ihtimalle bisikletli gezginlerin de bir kaç gün önce kamp yaptığı, küçük bir pınarla süslenmiş düzlüğe çadırı kurduk. Ateşimizi yaktık. Yemeğimizi yaptık...
Sabah atların sesine uyandık. Neredeyse yol boyunca gördüğümüz bütün atlar bizimkilerin etrafını sarmış, Düldül ile kavga ediyor sürünün erkeği! Yine bağıra çağıra elimizde sopayla kovaladık bunları, iyi ki insanlardan korkuyorlar. Gözü pek olsalardı gerçekten çok garip olurdu :)

At sürüsü









Ve Düldül'ün hayran bakışları önünde döner kahraman sahip Coşkun  :)


Toparlanıp yola çıktık. Hedef Ziyaret adında Veysel Karani'nin türbesinin bulunuğu yere varmak yani Baykan'ı geçmeyi planlıyoruz.
Baykan'a vardığımızda şok olduk. Burada ağaçlar var, evet ağaçlar! İnanılmaz ama koskoca Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine gelen yüzlerce yöneticiden bir tanesi, Baykan eski belediye başkanı ( ismini bilenler bize iletsinler lütfen söylenmişti ama o sırada not almadığımız için unuttuk. Bu diğer harami politikacılardan farklı olan güzel insanın adını öğrenmek ve buraya yazmak istiyoruz ) sayesinde buralar cennet gibi olmuş. Adam bu küçük ilçenin etrafına görüp görebildiğimiz tek ormanlık alanı oluşturmuş. Ne kadar övülse azdır. Helal olsun.





Baykan'a sadece selam vererek geçtik gittik. Ben öndeyim Coşkun hemen arkamda. Bir ses duydum ve anam Düldül yolun ortasına doğru gidiyor, üstünde Coşkun yok! Arkama baktım yerde :( Şekeri düşmüş, kendini kaybetmiş, ayakta zor duruyor. Virajlı bir yokuşta olduğumuzdan araçlar yavaş geliyor, bunları yolun ortasında görünce iyice yavaşlıyorlar.. O halde gidip atı yakaladı ve yolun kenarına geldi. Çıkartıp biraz şeker yedik ve düzelmesini bekledik. Sonra tekrar yola koyulduk.
Bitlis deresinin kenarında dumanı tüten bir çöplük gördük, şimdi ki belediyenin ne kadar hırsız ve üçkağıtçı olduğu gerçeğini gözler önüne seren bir örnek..
İlerledik, bir araç durdu yanımızda. Nereden geliyosunuz muhabbeti yapıcaz yine diye düşünürken Mazhar, İhsan ve Efnan 'Merhaba' ile başladılar. Biraz muhabbet ettik ve bu öğretmen arkadaşlardan gelin bizim okulda kalın daveti aldık. Tamam dedik ve Veysel Karani'de Tıpkı Cemal Abi'nin dediği gibi bir eve misafir olduk. Daha oraya varmadan gideceğimiz yer belli:)
Onlar arabayla devam etti ve biz de atlarımızla yaklaşık 5 km sonra sıcaktan bayılmış halde okula vardık. Yolda bir sürü insan yemeğe davet etti. Buralar o adını bilmediğimiz muhteşem belediye başkanı sayesinde bütün bölge halkının gelip mesire alanı olarak kullandığı bir yere dönüştüğü için çok kalabalıktı. Her günübirlikçi de bizi davet etti :) Onlardan isteyebileceğimiz tek şey güzelliği için gittikleri yerleri buldukları gibi bırakmaları. Şimdilik ambalaj sanayisine bir etkimiz olamıyor ama yol boyunca tanıştığımız herkese ambalaj sanayisinden kurtulmamız gerektiğini anlatmaya çalıştık. Umarım dünya bu ambalaj yığını çöpler arasında boğulmadan ektiğimiz tohumlar yeşerir de bu pislikten kurtuluruz.
Çok programlı liseye gittiğimizde atları okulun bahçesindeki otları yemesi için bağladık. Eve geçtik. Bütün öğretmen arkadaşlara bu ülkede hala umut vadeden eğitimciler olduğunu gösterdikleri için teşekkür ederiz. Çünkü okullarda öğrencilere verilen bilgi yığını arasına sıkıştırılmış bir tutam güler yüz, sevgi, iyilik, gerçeklik ve güzellik bu dünyadaki kurtuluşun anahtarı olacaktır. Yemek yedikten sonra bir de bağlama geldi. Yol boyunca hep yanımızda olsun istediğimiz şey kendiliğinden kucağına düştü Coşkun'un :)
Çok severek çaldık, söyledik en sonunda halay çekmeye başladık:)) Bu coğrafyanın insanlarının böyle bir güzelliği var. Coşkun halay çalmasını bilmese de hocalarımız içlerinden gelen müthiş yaşam enerjisi ile harika bir halay gösterisi sundular.
Ertesi gün yıl sonu pikniğine davet ettiler. Bize her gün tatil olduğu ve zaman sınırlamamız olmadığı için kabul ettik tabii ki:) Efnan Hoca çocukların İngilizce öğrenme konusunda çok isteksiz olduklarını söyledi ve bizim yabancı gibi davranarak çocuklara bir oyun oynamamızı istedi. Hem mecburen pratik yapacaklar hem de eğlenceli olacak, güzel fikir :) Ertesi gün çocuklar için kıyafetlerimizin de etkisiyle iki Hintli olmaya karar verdik.
Kozluk ilçesindeki Ayngebire denen mesire alanına doğru yola çıkarken kendi aramızda ve çocuklarla İngilizce konuşmaya başladık. Sınavlarda cevapladıkları onlarca soru, kelime, tanışma cümleleri, sorular şimdi tam karşılarındaydı ve dut yemiş bülbül gibi kaldılar önce :) Hocalarının yardımı ile iletişim kurmaya çalışıyorlar, bir yandan da ne de olsa anlamıyoruz diye hakkımızda atıp tutuyorlar :) Birlikte yürüyüş yaptık, yemekler hazırlandı, top oynadık ve konuştuk. Sanırım günün bombası diğer sınıflardan bir kızın gelip bizim yabancı olduğumuzu öğrenmesiyle ikinci cümlesinin saçlarını savurarak 'I am beautiful' olmasıydı :) Günün sonunda yaptığımız oyunu açıklanınca şaşırdılar, çok mahcup oldular ve en önemlisi yabancı dilin hayatlarında onlara nasıl pencereler açacağının farkına vardılar.













İşte bunun gibi miniklerle zaman geçirip sevgi bağı kurunca,  tabağında 'et' görmek istemiyorsun artık..






Yüzen böcükler :)




Eve vardığımızda atlara su vermeye gittik. Bu sırada Mazhar Hoca ve Mehmet Ali'yi ata bindirdik. Atlarla çekilen fotoğraflar ardından Mazhar'ın hazırladığı 'anne eli deymiş gibi' muhteşem yemekleri yedik yine ;)
Ve ertesi gün ayrılık zamanı geldi. Genel olarak sistemin içinde böyle güzel insanların olduğunun bilincinde, büyük bir umutla ayrıldık Veysel Karani'den. Hepinize tekrar teşekkürler, güzel insanlar..

Emine & Coşkun

2 yorum :

  1. dostlar elinize, ayağınıza, yüreğinize, gözlemlerinize.... sağlık. Yolda olmanın güzelliğini, başka türlü de yaşanılabilirliğin mümkünatını geniş bir perspektifle sunduğunuz için minnettarız. Sizi seviyorum. Mazhar

    YanıtlaSil
  2. Gönül gözü, üçüncü göz, çakra ya da adı her neyse açık olmalı insanda. Güzellik görebilen gözlerdedir. Bakanlar ya da bakılanlar da değil. Bize bakıp geçmediğiniz, çok hızlı bir arabada giderken bile bu enerjinin farkına vardığın için biz minnettarız.

    YanıtlaSil