Facebok

26 Haziran 2014 Perşembe

DİCLE'NİN İZİNDEN YOLA DEVAM

Artık Siirt sınırları içindeyiz, Batman'a doğru yol alıyoruz ve ilk hedefimiz Kurtalan. O meşhur gurubun adını aldığı ekspresin son durağı yani. Artık sapsarı akan Bitlis deresi boyunca devam ediyoruz yola.  Su, bu kadar kirlenmesine rağmen içinde bulunduğu her coğrafyada çevreyi ve hayatı da şekillendirmeye devam ediyor. Tüm coğrafya, biz, atlarımız, çiftlik hayvanları, insanlar ve arabalar, Dicle'ye doğru akıyoruz.









Siirt tam anlamı ile bir tarım şehri. Başka hiç bir şeye ihtiyaçları yok. Çıkınımızdan öğle yemeğimizi ( domates, peynir, zeytin, bayat ekmek ) çıkartıp yiyelim diye yol kenarında çimlik bir yerde durduk, atları bağlarken bir araba durdu önümüzde. Postacı. Önce ne ayaksınız diye sorduktan sonra hemen birini aradı telefonuyla, iki misafirimi gönderiyorum yemek yedirin dedi ve apar topar gönderdi bizi az ilerideki çiftliğe :) Kısmetimizde patlıcan musakka ve pilav yemek varmış yani :) Büyük topraklar geçmişten günümüze hep ağaların elinde olmuş. Kimi ağaların soyları peygambere kadar dayanmış ve bundan ötürü Osmanlı'dan maaş alıyorlarmış Cumhuriyet dönemine kadar.. Yolda çiftliğindeki işçilerin yemekhanesine misafir olduğumuz amcayla da böyle tanıştık işte. Bu garip övüngüsü dışında ayrıca diğer hiç bir yerde görmediğimiz bir sistemle çalışıyor. Ektiği sadece arpa, buğday ve mısırdan ibaret ve sadece kendi köyünden insanları istihdam etmiş. Bu işçilerin hepsi -mevsimlik olanlar da dahil- sigortalı çalışıyor. Zaten olması gerekenin böyle dindar biri tarafından uygulanıyor olması da bir ön yargımızı daha kırdı. İşin içine para girince 'değişen' herkes böyle vicdanlı  ve hakkaniyetli davranabilse keşke.





Yol üstünde bir sürü hububat tarlaları gördük. Kimi yerde mercimek, kimi yerde nohut tarlalarına girdik. Olabildiğince zarar vermeden kenardan gitsek de bazen dayanamayıp bodozlama daldığımız da oldu tarlalara :) Öyle güzeldi ki çiçekler, yeşil ve manzara, dayanamadık..
Rüzgarın etkisiyle dalga dalga salınan ekinlerin arasında sanki yeşil bir okyanusta yelkenli ile yol alıyormuş gibiyiz.. Hiç acelemizin olmaması, başakların, arpaların, yoncaların arasında ilerledikçe havalanan çeşit çeşit börtü böcek, rüzgarla dans eden ekinler, tepeden tırnağa tüm bedeninde hissetmek rüzgarı ve güneşi, sadece içinden değil, dışından bağırmak avazın çıktığı kadar,
Çook güzelsin dünya çok!
Hep düşündüğüm ve söylediğim gibi doğa muhteşem güzellikte; zaten cennetteyiz, neden cehenneme çevirelim ki?!













Yol boyunca en güzel anlarımız bu tarlalardaki küçük kaçamaklarımız oldu galiba..
Güneşin batmasına bir kaç saat kala yol kenarında  akasya ağaçları ile kaplı bir yer çıktı karşımıza. Bu koruluğun yanında da değirmen var. Fabrikalarda kimyasallarla ürünlerinin mahfedilmesini istemeyen köylü için işlettiği bu küçük imalathanenin yanına da hızlı büyüdüğü için  akasya dikmiş Fadıl Abi. Ne de güzel etmiş! Çadırımızı gölgesine kurduk, atları otlarken biz de yemeğimizi pişirdik..









Sabah daha önce hiç bu kadar yoğun şekilde duymadığımız kuş sesleriyle uyandık, hatta gümbürtü mü desem! Civardaki bütün kuşlar başka ağaçlık yer olmadığından bu korulukta kendilerine yuva yapmışlar belli ki, kurulu saat gibi ötmeye başladılar hep bir ağızdan, muhteşemdi :) Bir daha bu kadar güzel ve güçlü bir cıvıltı duyabilirmiyiz bilmiyorum. Şimdiye kadar iki kişi bu yaptığı iş için Fadıl Abi'yi tebrik etmiş. Biri biz, diğeri de başka bir gezgin :) Fadıl Abi'yi kısa bir süre görebildik, uzun muhabbet edemedik ama okuyorsa eğer oradaki kuşlar için de ayrıca teşekkürler, allah razı olsun diyelim :)



Buraların hayat damarlarından biri olan Dicle ile karşılaştık. Adına türküler yazılmış, masallar söylenmiş hayat kaynağı bu güzel nehire de selam olsun..






Ertesi sabah erkenden yine yoldayız. Keyifle gidiyoruz, durmadan şarkılar türküler söylüyoruz, keyfimize göre mola veriyoruz, etrafımızı seyrediyoruz.. Yavaş yavaş, acelmiz yok nasılsa. Bu sefer de susadık. Suyumuz bitti. Etraftakilere soruyoruz buralarda su kaynağı var mı diye. Kimseden cevap yok. En son ilerde bir piknik alanı var diye tarif etti biri, oraya kadar gittik. Kapıdakiler bizi görünce şaşırdı. Özel bir yer, giriş ücreti var ama almadılar, kervan gelmiş ilk defa geçin içeri atlarınızı da bağlayın, ne yaparsanız yapın burası sizin dediler :)







Gittik nehir kenarına yakın çadırı kurduk. Yaşlı bir amca çocukları ve torunlarıyla toplanmış gelmiş, hemen davet ettiler bizi, onların sofrasına oturduk. Geçmişten anlattı, yaptıklarından anlattı, kötüye gidişten anlattı, her şeyin tadının tuzunun kalmayışından anlattı. Ne kadar sıradan geliyor artık her şeyin tadının kötüleştiği konusunda konuşmak, elimiz kolumuz bağlı zannediyoruz.. Ama hep söylüyorum, değişim istiyorsak önce kendimizden başlamamız gerek! Önceleri zor gelecek belki eve ambalaj içinde herhangi bir ürün sokmamak ya da en azından minimuma indirmek. Mesela hayatımızdan temizleyicileri çıkartmak, evde kendimizin üretebileceği ürünleri dışarıdan almamak, kişisel temizlik-bakım adı altıdan aynaların önüne, dolapların çekmecelerin içine özenle dizdiğimiz aslında 'kimyasal' ve 'zarar'dan başka bir şey olmayan her şeyi çıkartsak. Plastik poşetleri, damacana suyu itsek elimizin tersiyle. Küçük kararlarla ne kadar büyük bir değişime doğru gittiğinize siz bile şaşırırsınız, yeter ki biraz cesaret, biraz kararlılık olsun.. Sistemin içinden çıkamıyorsak da en azından etkilerini en aza indirelim. Biz değişmek istemeden ve adım atmadan kimse önümüze koymaz istediklerimizi. Sağlıklı yaşam hakkımız bile elimizden alındı, unutmayalım ki hak istenmez, alınır! Biz de isteyip durmayı yani hayıflanıp üzülmeyi bir kenara bırakıp hakkımızı almalıyız, bunun için hareket etmeli, bunun için değişmeliyiz! Yoksa gidişat çok ama çok kötü, bizler için de, doğa için de, geleceğimiz için de..
Evet ne diyorduk,
Bu ailenin kızlarından birini ata bindirmeye çalıştık, yani kendisi istedi tabi ama ata 'dokunamıyor' bile! Huylanıyor dokununca :)  Kızcağız Batman'da yaşıyor. Hayatında ilk kez at görüyor. Ne garip. İnanamıyorum bu duruma. Babasının anlattıklarına bakıyorum, kızına bakıyorum, inanamıyorum.. Sonra genç torunu bindi, erkek. Onun için de bir ilk oldu.



Bazen kısa süre bile olsa görüştüğümüz insanlarla vedalaşırken, gözlerinden bile anlayabiliyorum birbirimizin kalplerine dokunabildiğimizi, birbirimizi anlayabildiğimizi.. Bazen de sanki karşımızda bir robot varmış hissine kapılıyorum, öyle duvarlar var ki etrafında, bırakın ona ulaşmayı sesimi bile duyuramadığımı hissediyorum. İşte o kısacık sürede bile genç çocuğun ve amcanın gözlerinden aldım o güzelliği, iletişimi. Tıpkı tanışmasak da -henüz- bizi blog aracılığı ile tanıyan veya iletişim kurduğumuz bir çok insan gibi, Erhan Hüryaşar gibi (o da sistemin dışına çıkmaya çalışıyor bu aralar ve inanılmaz duygulandırdı bizi şu yazısıyla.. ), Oğuz Tan gibi, Gürkan Genç gibi, tecrübelerinden şimdiden faydalanmaya başladığım, takip ettiğim ve çok sevdiğim bir çok 'anne' gibi..
Bunun karşısında bir zamanlar en yakınımdakilerin destek ve sevgilerini hissedeceğimi, bağlarımızın daha da güçleneceğini düşünürken, tamamen zayıflaması, tıpkı o robot gibi gördüğüm insanlara dönüşmeleri..
Anam iyice duygusala bağladım nerden nereye geldim yahu:) Konumuza dönelim!

Hava kararmasına yakın iki adam geldi peş peşe,
Abi burada kalmayın, iti kopuğu, vahşi hayvanı var!
Başımızdan savdık.
Bu sefer işletmenin sahibi geldi yanında jandarma komurtanı ile beraber :(
Mecbur kaldık çadırı işletmenin yanına taşımaya. Gece gece atları ayarla, çadırı topla, yürü, taşı.. Ne kadar zor geliyor böyle şeyler anlatamam. Bu kaçıncı artık saymadım.. Biz doğayı ve sessizliği seviyoruz. Hayvanlardan korkmuyoruz. Soğuk değil. Ayrıca çadırda bizi sıcak tutacak her şey var. Lütfen ısrar etmeyin bu konuda, yeteğğğğrrrrr diye patlicam bir gün ama kime bakalım..
Ertesi gün öğle yemeğini Kurtalan'da yedik. Akşam da Beşiri'yi geçtikten sonra Hasankeyf yoluna doğru döndük. Etraflarında kocaman duvarlar, duvarların üstünde dikenli teller ve onlarında üstünde jiletli tellerle çevrili villalar gördük. Ne güzel bir yaşamları var (!) diye geçirdik içimizden, havuzlu villaların bulunduğu tam teşekküllü bir hapishane yapmışlar. Paraları ve acayip korkuları olan zavallı insanlar..



Bekçilere selam verdik ve az ileride muhteşem manzaralı bir noktada durup geceyi de o harika manzara ve yıldızların altında geçirdik. Bitlis'deki dostlar sağolsun artık yanımızda tımarlarımız var ve nasıl yapılacağını en ince ayrıntısına kadar öğrendik :)  Eksik de etmeyiz artık çünkü Cemal Dayı'nın dediği gibi tımar öyle iyi gelir ki hayvana,  bir tımar iki yemdir! :) Kedi gibi boyunlarını uzatmalar, arada gıdıklanmalar ve zevkten dört köşe halde günü batırdık atlarımızla birlikte..











Aldığımızdan bu yana kilo almaya başlamış olması ve tüylerinin düzelmesinin sevinci bir yana, o zamanlar tüylerin altında kalan bir yarası varmış alırken geçmiş sandığımız ve önemini fark etmediğimiz :( 




Akşam biraz yağmur yağdı, çadırdayken yağmurun sesini dinlemek nasıl güzeldir kamp yapanlar bilir..
Ve sabah çayından sonra yollara düşüyoruz. Bu sefer kestirmeden gitme planları yapıyoruz, du bakalım neler gelecek başımıza!

Emine & Coşkun

24 Haziran 2014 Salı

BİTLİS'TEN ÇIKIŞ VE İLK KAZA

Bitlis'ten çıkıyoruz..
Bin yıllar önce Nemrut'un kullandığı yoldan Süphan, Muş Ovası ve Van'ı geride bırakıp nihayet Nemrut dağındaki otlaklara hayvanlarını götüren göçerlerin şaşkın bakışları arasında atlarımızın üstünde aheste aheste yol alıyoruz.
Nereye böyle diye başlayan muhabbetin ardından Van'dan geldiğimizi öğrendiklerinde şaşırıyor ve helal olsun diyorlar ama onlar Batman'ın köylerinden bu yolculuğu çoğunlukla yaya olarak ve her mevsim tüm aileleri ile birlikte gerçekleştiriyorlar. Binlerce koyun, onlarca eşek ve bir kaç at ile birlikte koca koca çadırları, süt işleme aletleriyle binlerce yıllık bir kültürle taze ot peşinde gerçekleştirilen bu yolculuk mu daha ilginç, yoksa bizim yaptığımız mı bilemedim..
Cemal abi bir köprüden sonra dağın üzerinden giden eski bir yoldan bahsetmişti ama kaçırdık orayı ve arabaların vızır vızır geçtiği yolun kenarından devam ettik.

Yol dar olduğundan durup inceleyemedik bu güzelliği

Bazı yerlerde dünyanın en gereksiz tünelleri yapılmış. Tünelden önce kullanılan ve şimdi arıcılıkla uğraşanların mekanı olmuş olan yoldan yani tünelin çevresinden dolanarak geçtik. Sonunda bu dar vadide öğle yemeği molası vermek için yine bir arıcının yanında durduk. Sonra öğle yemeğine bizi davet eden adamların aslında korucu olduğunu öğrendik. Bu coğrafyanın taşından, toprağından, binbir çeşit otlarından bahsettiler. Devlet denen mekanizmadan bir kez daha nefret etmemize neden oldular. Eğitimsiz halkın eline silah, cebine para koyup diğer insanların üzerine salıyor. Devlet bu coğrafyada yiyin birbirinizi politikasını uygulamış yıllarca. Hala da devam ediyor.
Yola koyulduk yine..
Biraz sonra yine göçerlerin sürüsüyle karşılaştık. İçlerinde güzel bir de at var. Düldül çıldırdı hemen kişnemeye başladı. Adam hiç bir şey yapmadı. Bizim Düldül üzerinde iki sırt çantası ve Coşkun olduğu halde şaha kalkıyor. Allahtan adamın atı öyle agresif değildi Coşkun'da bizimkini iyi idare etti ve uzaklaştırdı.
Sonra tertemiz bir dere gördük yolun aşağısında. Üzerinde yeşilliklerle kaplanmış eski kemerli taş köprülerden var. Bu asfalt yol olmadan önce o köprüden bulunduğumuz yere geçiliyordu demek. Ne kadar güzeldi kim bilir o zamanlar..

Eski Köprü





Gördüğümüz suyun rengi bizi öyle büyüledi ki... Etrafımızdaki böyle güzellikler sistem tarafından yok edildiği için fareli köyün kavalcısını dinleyen çocuklar gibi bu güzelliğin peşine indik dereye. 10 dakikadan fazla kalmayız diye hayvanları da suyun yanındaki ağaçlara bağladık. Ne olduğunu anlamadan dişi atın ayakları kaydı, düştü dere kenarındaki minik taşların içinde ve boynunda iple ağaca bağlı halde yerde debelenmeye başladı!  Orada ellerinde nacak gibi bir bıçakla ot toplamaya çıkmış olan iki çocuk geldi hemen yanımıza ve kestik ipini.. Zavallım nasıl korktu, öylece kaldı yattığı yerde, ben başladım ağlamaya niye kalkmıyor, canı yanıyor, bişey oldu ayaklarına diye :( Neyse ki beş dakika sonra kalktı kendi kendine problem de yok.. Ucuz atlattık.. Bu bize verilen ilk sinyaldi sanırım. Bu dişi hayvan gerçekten güçsüz, bunu görün, onunla yol olmaz diyor sanki evren.
Sonra bir kamyoncu indi yanımıza, hayvanların otlamaları için başka bir yere geçtik ve şoför muhabbeti eşliğinde bal gibi, buz gibi karpuzu yedik hep birlikte.





Uğur böceğinden sonra ki en sevimli böcükler, bok böcekleridir, bence :)


Yol üstünde bir sürü başıboş at çıktı bu sefer de karşımıza. Tam kamp yapılabilecek alan bulduk derken belki elli atlı bir sürü geldi yanımıza. Sürünün alfa erkeği de Düldül'ün peşine geliyor tabi. Coşkun bu sefer bu kalabalık sürüden kurtulmak için aşağı indi ve eline de bir sopa alarak diğer atlara karşı Düldül ile birlikte bizim sürümüzü korudu :) Böyle büyük at sürülerine liderlik eden atlar gerçekten yaman oluyor. Bir tanesi neredeyse beş kilometre takip etti bizi. Tam ondan kurtulduk derken başka atlar çıktı karşımıza. Bu masum savaş sonucunda Coşkun'un yağmurluğunu kaybettik :)
Sonunda yol kenarında yüksek ihtimalle bisikletli gezginlerin de bir kaç gün önce kamp yaptığı, küçük bir pınarla süslenmiş düzlüğe çadırı kurduk. Ateşimizi yaktık. Yemeğimizi yaptık...
Sabah atların sesine uyandık. Neredeyse yol boyunca gördüğümüz bütün atlar bizimkilerin etrafını sarmış, Düldül ile kavga ediyor sürünün erkeği! Yine bağıra çağıra elimizde sopayla kovaladık bunları, iyi ki insanlardan korkuyorlar. Gözü pek olsalardı gerçekten çok garip olurdu :)

At sürüsü









Ve Düldül'ün hayran bakışları önünde döner kahraman sahip Coşkun  :)


Toparlanıp yola çıktık. Hedef Ziyaret adında Veysel Karani'nin türbesinin bulunuğu yere varmak yani Baykan'ı geçmeyi planlıyoruz.
Baykan'a vardığımızda şok olduk. Burada ağaçlar var, evet ağaçlar! İnanılmaz ama koskoca Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine gelen yüzlerce yöneticiden bir tanesi, Baykan eski belediye başkanı ( ismini bilenler bize iletsinler lütfen söylenmişti ama o sırada not almadığımız için unuttuk. Bu diğer harami politikacılardan farklı olan güzel insanın adını öğrenmek ve buraya yazmak istiyoruz ) sayesinde buralar cennet gibi olmuş. Adam bu küçük ilçenin etrafına görüp görebildiğimiz tek ormanlık alanı oluşturmuş. Ne kadar övülse azdır. Helal olsun.





Baykan'a sadece selam vererek geçtik gittik. Ben öndeyim Coşkun hemen arkamda. Bir ses duydum ve anam Düldül yolun ortasına doğru gidiyor, üstünde Coşkun yok! Arkama baktım yerde :( Şekeri düşmüş, kendini kaybetmiş, ayakta zor duruyor. Virajlı bir yokuşta olduğumuzdan araçlar yavaş geliyor, bunları yolun ortasında görünce iyice yavaşlıyorlar.. O halde gidip atı yakaladı ve yolun kenarına geldi. Çıkartıp biraz şeker yedik ve düzelmesini bekledik. Sonra tekrar yola koyulduk.
Bitlis deresinin kenarında dumanı tüten bir çöplük gördük, şimdi ki belediyenin ne kadar hırsız ve üçkağıtçı olduğu gerçeğini gözler önüne seren bir örnek..
İlerledik, bir araç durdu yanımızda. Nereden geliyosunuz muhabbeti yapıcaz yine diye düşünürken Mazhar, İhsan ve Efnan 'Merhaba' ile başladılar. Biraz muhabbet ettik ve bu öğretmen arkadaşlardan gelin bizim okulda kalın daveti aldık. Tamam dedik ve Veysel Karani'de Tıpkı Cemal Abi'nin dediği gibi bir eve misafir olduk. Daha oraya varmadan gideceğimiz yer belli:)
Onlar arabayla devam etti ve biz de atlarımızla yaklaşık 5 km sonra sıcaktan bayılmış halde okula vardık. Yolda bir sürü insan yemeğe davet etti. Buralar o adını bilmediğimiz muhteşem belediye başkanı sayesinde bütün bölge halkının gelip mesire alanı olarak kullandığı bir yere dönüştüğü için çok kalabalıktı. Her günübirlikçi de bizi davet etti :) Onlardan isteyebileceğimiz tek şey güzelliği için gittikleri yerleri buldukları gibi bırakmaları. Şimdilik ambalaj sanayisine bir etkimiz olamıyor ama yol boyunca tanıştığımız herkese ambalaj sanayisinden kurtulmamız gerektiğini anlatmaya çalıştık. Umarım dünya bu ambalaj yığını çöpler arasında boğulmadan ektiğimiz tohumlar yeşerir de bu pislikten kurtuluruz.
Çok programlı liseye gittiğimizde atları okulun bahçesindeki otları yemesi için bağladık. Eve geçtik. Bütün öğretmen arkadaşlara bu ülkede hala umut vadeden eğitimciler olduğunu gösterdikleri için teşekkür ederiz. Çünkü okullarda öğrencilere verilen bilgi yığını arasına sıkıştırılmış bir tutam güler yüz, sevgi, iyilik, gerçeklik ve güzellik bu dünyadaki kurtuluşun anahtarı olacaktır. Yemek yedikten sonra bir de bağlama geldi. Yol boyunca hep yanımızda olsun istediğimiz şey kendiliğinden kucağına düştü Coşkun'un :)
Çok severek çaldık, söyledik en sonunda halay çekmeye başladık:)) Bu coğrafyanın insanlarının böyle bir güzelliği var. Coşkun halay çalmasını bilmese de hocalarımız içlerinden gelen müthiş yaşam enerjisi ile harika bir halay gösterisi sundular.
Ertesi gün yıl sonu pikniğine davet ettiler. Bize her gün tatil olduğu ve zaman sınırlamamız olmadığı için kabul ettik tabii ki:) Efnan Hoca çocukların İngilizce öğrenme konusunda çok isteksiz olduklarını söyledi ve bizim yabancı gibi davranarak çocuklara bir oyun oynamamızı istedi. Hem mecburen pratik yapacaklar hem de eğlenceli olacak, güzel fikir :) Ertesi gün çocuklar için kıyafetlerimizin de etkisiyle iki Hintli olmaya karar verdik.
Kozluk ilçesindeki Ayngebire denen mesire alanına doğru yola çıkarken kendi aramızda ve çocuklarla İngilizce konuşmaya başladık. Sınavlarda cevapladıkları onlarca soru, kelime, tanışma cümleleri, sorular şimdi tam karşılarındaydı ve dut yemiş bülbül gibi kaldılar önce :) Hocalarının yardımı ile iletişim kurmaya çalışıyorlar, bir yandan da ne de olsa anlamıyoruz diye hakkımızda atıp tutuyorlar :) Birlikte yürüyüş yaptık, yemekler hazırlandı, top oynadık ve konuştuk. Sanırım günün bombası diğer sınıflardan bir kızın gelip bizim yabancı olduğumuzu öğrenmesiyle ikinci cümlesinin saçlarını savurarak 'I am beautiful' olmasıydı :) Günün sonunda yaptığımız oyunu açıklanınca şaşırdılar, çok mahcup oldular ve en önemlisi yabancı dilin hayatlarında onlara nasıl pencereler açacağının farkına vardılar.













İşte bunun gibi miniklerle zaman geçirip sevgi bağı kurunca,  tabağında 'et' görmek istemiyorsun artık..






Yüzen böcükler :)




Eve vardığımızda atlara su vermeye gittik. Bu sırada Mazhar Hoca ve Mehmet Ali'yi ata bindirdik. Atlarla çekilen fotoğraflar ardından Mazhar'ın hazırladığı 'anne eli deymiş gibi' muhteşem yemekleri yedik yine ;)
Ve ertesi gün ayrılık zamanı geldi. Genel olarak sistemin içinde böyle güzel insanların olduğunun bilincinde, büyük bir umutla ayrıldık Veysel Karani'den. Hepinize tekrar teşekkürler, güzel insanlar..

Emine & Coşkun