At binmek hele de dörtnala giden bir atın üstünde olmak nasıl tarif edilir ki?! Eğer insan şu anda uçuyorsa bunu atlara borçludur. Atı dörtnala koşturan ilk insan aynı zamanda uçmayı başaran ilk insandır gözümde! Atı ilk kez gören Amerikalı yerlilerin at sırtında gelen İspanyolları, Portekizlileri tanrı sanmaları boşuna değilmiş. Atın üstündeyken her anlamda ilahi güçlerle donatılmış gibi hissediyorsun. Ayaklar yerden kesiliyor ancak kontrol sende. At ile tek vücut oluyorsun. Sanki senden bir parça oluyor..
İnsanoğlu bu hayvanları nasıl terk etmiş anlamak mümkün değil. Nasıl kendimize ait bir parçayı geride bırakıp o siktiriboktan otomobillere tıkıldık?! Gerçekten hayret.. Sanırım sistemin pompaladığı hırs, kazanç ve konfor aldatmacası yüzünden bu güzelim hayvanlar yerine, metal yığını olan ve bize zarardan başka bir şey vermeyen ruhsuz araçlara tıkıldık kaldık.
Herkesin tanıdığı biri vardır, hatta filmlerde de görürüz 'arabasını seven, ona canlı bir varlıkmışcasına aşırı ilgi gösteren, en ufak bir çizikte dahi içi yanan vs vs' tipleri. İlk bakışta çok aptalca gelen bu sevgi ve ilginin sebebini anlayabilir misiniz? Belki de bir at ile arkadaş olmadan; onunla yola çıkıp, zamanını paylaşıp, yemeğini suyunu verip tımarını yapmadan anlayamazsınız :) İşte bu arabaları ile özel bir sevgi bağı kuran adamlar bir zamanlar atları ile konuşan insanların torunları.. Sevgi içimizde ama değiştirilen yaşam şekli bizi beton yığınlarına, onu da içimize bir yerlere hapsetmiş olsa da bastırılmış etkisini görebiliyoruz.
Erkek kedilerin koku bırakması.. Hayvanların doğasında var bu, sınırlarını belirlemek için koku bırakırlar. Ne kadar evcilleştirdiysek de bu davranışları değişmedi, evde kısırlaştırmadan kedi besleyenlerin en büyük sorunudur hatta.. İşte insan da yoldaşlarını bırakmış ama yerine geçen metal yığınına karşı da geçmişte yoldaşına davrandığı gibi davranıyor, doğasında var o sevgi, ne kadar 'modernleşse' , ne kadar 'medenileşse' de bu davranışı değişemez :)
Yol üstünde kim görüyorsa selam veriyor, nereye böyle derken muhabbete başlıyoruz. Kim gördüyse gelin bir çay için öyle gidersiniz diyor. Reddettiğimiz herkesten özür diliyoruz. Çünkü az önce bir başkasının çayını içmiştik!
Ahlat çıkışından sonra ana yoldan sapıp köy yoluna girdik. Yine yağmur başladı. Bu sefer yol kenarında büyük 3 hangar şeklindeki binaya attık kapağı. Islanmaktan kurtulduk ve oradakilerin öğle yemeğine misafir olduk. Burada X amca ile tanıştık. Eski MHP li ve bir ağa torunu. Nemrut volkanının eteğindeki koskoca verimli ovayı terör olayları yüzünden üç otuz paraya kapatmış, devlet desteğini de alarak burada patates tohumu ekip bu coğrafyadaki bütün patates tarımına yön veren biri. Yapmış olduğu icraatleri anlata anlata bitiremedi. Tüm çalıştırdığı işçiler de daha ucuza ve köle gibi çalışan Suriye'li göçmenler. Bir tane yerli adama ekmek vermiyor bu inanılmaz başarı hikayesi olduğunu düşünen X amca. Bir şeyler yapmak, bir şeylere yön vermek ve çalışmak dünyanın en güzel şeylerinden biridir. Hele de emeğinin karşılığını almak paha biçilemez ama... İşte o aması çok can yakıyor çok. Tıpkı Soma'da, tersanelerde olduğu gibi...
Öğleden sonra başladık tırmanışa. Yol üstünde bir kaç köy. Köylerden ilkinden gelin burada kalın teklifi aldık ama yolumuz uzun olduğu için pas geçtik. İkincisi bir Kürt köyüydü. Çocuklar peşimize takıldılar. Yanlarında belki 10 tane çoban köpeği ve iki de koyun olan bir sürü ile:) Köpeklerin her biri köpek değil canavar modunda koştular yanımıza, parçalayacaklar sanki nasıl da havlıyorlar hep bir ağızdan! Allahtan biz de atlar da köpeklere nasıl davranılması gerektiğini biliyoruz, ürkmüyoruz ve hiç iplemiyor havasında yola devam ediyoruz onlar kıyameti kopartırken.. Yoksa halimiz harap. Geçtiğimiz tüm köylerde eskiden mahalleye gelen arabanın peşine takılan çocuklar gibi bir sürü çocuk oluyor. En son yol üstünde aldığımız araba ile atları değiştirelim teklifinden sonra köpek sürüsü olan çocuktan da abi bu köpekleri sana vereyim o atı bana ver teklifi geldi. En sonunda Coşkun'daki çakı ile bizi parçalamak için can atan köpeklerden birini değiştirmek istedi o da olmayınca telefon ve para istedi ama neyse ki at sırtındayız ve çocuğun tüm kışkırtmalarına rağmen bize dokunamayan köpeklerin arasından çıkıp uzaklaştık.
Yol üstünde dağın başında sondaj yapıp bu topraklarda fasulye yetiştirmeye çalışan bir ekiple tanıştıktan sonraki durağımız Serinbayır köyü oldu. Köye girer girmez bütün çocuklar etrafımızı sardı. Çadırı kurduğumuz yere bütün köyün çocukları doluştu, oyunlar oynadık, onları ata bindirdik ve böyle dağ başındaki bir köyde yaşayan çocuklar hayatlarında ilk kez ata binmiş oldu.
Bir kaç genç ile tanıştık, ziyarete gelmişler köylerine bir tanesi erkek hemşire. Hemşirelik meslek okulunda okumuş bu genç anlattı da anlattı. Doğuya gelen bütün doktorların ve hemşirelerin inanılmaz acemi olduklarını ve bütün deneyimlerini burada kazandıklarından mı dersiniz, bir bıçakla yaralanma yada kurşunlanma gelse de şu bilmem neyi de denesem diye dua eden çaylaklardan tutun da damar yolu açmayı bilmeyen acil servis yetkililerine kadar onlarca örnek verdi. Hikaye gibi dinlediğimiz bu olaylarda daha sonra yüzde yüz haklı olduğunu tecrübe ederek öğrenecektik..
Akşama kadar çocuklarla oynamaktan artık kolumuzu kaldıracak halimiz kalmamıştı ki evine dönen bir çoban zorla toplattırdı çadırı soğuk olur diye evine aldı bizi :) Yedik içtik, konuştuk, paylaştık, çocuklarına gördüklerimizi, görebileceklerini anlattık. Fotoğraflar çektik, İstanbul'a gidince ilk iş bastırıp adreslerine göndermek olacak..
Abi buralara bisikleti ile gelen çok ama ilk defa at ile gelen oluyor lafı artık her yerde karşımıza çıkıyor :)
Ertesi gün Nemrut'a doğru yol alırken dört kişilik bir arkadaş gurubu ile karşılaştık. Doğu ve güney doğu ile ilgili bir gezi kitabında anlatılanların peşinde geziyorlardı. Uzaktan görünce Coşkun'u rehber, beni de gezdirdiği bir turist zannetmişler :) Durduk muhabbet ettik bir süre sonra fotoğraf çektiler. Bloğun ve bizim adımızı aldılar fotoğraflarınızı göndericez diye ama bir aydan fazla oldu geri dönmediler. Okuyorsanız lütfeen o fotoğrafları gönderin, birlikte pek fotoğrafımız olamıyor çünkü at üstünde :)
Nemrut dağı kocaman bir kratere sahip dışından bakınca içindeki krateri düşünemiyorsunuz bile. Burası İmparator Nemrutun Yazlığı imiş. Kışlığı da herkesin bildiği Adıyaman'da o heykellerin bulunduğu yer. Bazı yerlerinden buharlar çıkıyor. Bunların önemli bir bölümü ılık gölün etrafında. Bazıları için tabelalar konmuş ama bazılarını sadece oraları bilen bilir ya da orada kamp yapanlar...
Buraya gelirken bir sürü ayı ve kurt hikayesi dinlemiştik köylülerden. Orada ayılar, kurtlar var. Orada gece kalmayın kesinlikle. Gibi gibi.. Hatta öyle korktuk ki hayvanlar için bazı küçük uzak tutma teknikleri bile düşündük ama vardığımızda gördük ki burası artık vahşi bir yer olmaktan çıkmış. Çok büyük bir yol yapım çalışması var ve çok yoğun bir turist akını var. Hafta sonu günübirlikçiler tarafından basılıyor. İşçiler sabah altıda damlıyorlar. Bir de kafetarya var, öyle basit bir çadırdan. Biz kamp yaparken gitti. Yarın ben erken gelicem yarın da kalın dedi ama ertesi gün biz çıkarken o ortada yoktu.
İki tane büyük, bir kaç tane de çok küçük göl var. İki büyük gölden biri ılık su gölü. Etrafında sıcak su kaynakları var ve suyun içi karideslerle dolu. Yazın daha sıcak oluyor ve insanlar yüzüyormuş ama bu mevsimde sadece su kaynaklarındaki sıcak bir kaç nokta dışında pek de sıcak değildi. Diğeri soğuk su gölü. Eskiden suyu içiliyormuş, gerçi biz tüm kirliliğe rağmen yine de içtik ama burası da yok olmaya yüz tutmuş maalesef. Tıpkı vahşi havanlar gibi onun güzelliğine de hasret kalacağız..
Satın aldığımız yiyecekleri tüketmeye fırsat olmuyor, her yerde birileri davet ediyor yada getiriyor yemek veriyor burada da olduğu gibi :) Akşam mangalcıların verdiği makarna ve kızarmış sebzelerle doyduk. Biraz kuru dal topladık ve gün batımından önce herkes gidince kaldık yine biz bize.. Ateşimizi yaktık, çayımızı koyduk ve manzaranın, ateşin, yaşamın, 'an'ın tadını çıkarttık. Uzuun uzun ve yavaş yavaş sanki güzelliğini göstermek için bize, ardında izini bırakarak kaydı bir yıldız..
Ve sabah oldu.
Kekik kokusu..
Kahvaltımıza eşlik eden kekiklerin enfes kokusu Nemrut adı geçen her yerde burnumuzun direğini sızlatacak.. Karşımda çarşaf gibi durgun, ağaçların gölgesi vurmuş bir göl ve üzerlerine çiğ düşmüş otlar, az ileride bir kaplumbağa yürüyor, onlarca uğur böceği otların çiçeklerin üzerinde, kuş sesleri ve ateşin dumanına karışmış kekik kokusu..
Coşkun salata yapıyor, arkama bakıyorum atlardan biri kahvaltıya başlamış bile, diğeri de yayılmış otların üzerine keyif yapıyor hala benim gibi :)
Cennet, görebildiğin her güzellikte, apaçık önünde duruyor! Dünya masallar diyarı gibi zaten, neden cehenneme çeviriyoruz ki..
Kahvaltıdan sonra düştük yine yollara, iş makinalarının arasında zor bela Tatvan'a doğru indik. Hayvanlar vızır vızır arabaların koca koca tırların yanımızdan geçtiği yollarda korkmuyor ama kepçeden, traktörden falan inanılmaz tırsıyorlar :) Neyse kazasız belasız atlattık gürültüyle geçen uzunca bir yolu ve Tatvan'a doğru inmeye başladık.Yoldan da saptık tarlaların içinden şarkılar türküler söyleyee söyleye iniyoruz aşağıya :)
Tam yola indik, deli gibi bir yağmur-dolu başladı, bizim için beklemiş sanki :) Benzinciye girdik ve bitene kadar dinlendik..
Garip bakışlar, sorular ve çay eşliğindeki keyifli sohbetlerin ardından Muş, Bitlis yol ayrımına kadar ilerliyoruz.
Apartmanlar göründü, trafik arttı, şehir insanları belirdi.. Selam veriyorum cevap yok, ben de bağırarak selam veriyorum bu sefer, karşıdakinden utana sıkıla cevap alıyorum yada alamıyorum :)
Arabanın birinden uzattı kafasını bağırıyor yine bir amcamız,
- Hello hellloo!
+ Selamın Aleyküm!
- Wat is yor neym?
+ Amcaa Türküz biz :)
- Hav ar yuu?
+ :))) Fayn fayn sen nasılsın?
- Ahahahah eyvallah!
Jeton mu geç düştü yoksa ingilizce konuşma hevesinden midir bilemedim :)
Yemeğimiz kalmadı, sağda güzel bir yeşil alan var, çöplük olarak kullanılıyor ama her yer plastik :(
Görece daha temiz bir alana kurduk çadırı, yan tarafta da büyük bir lokanta var, iyi. Geldi hemen arkadaki evlerden bir amca..
Şüpheli bakışlar..
Anlatıyoruz ama 'neden' gezdiğimize anlam veremeyen bakışlarla karşılaşıyoruz genelde..
Tutturdu polisi arayın da haber verin bir durum olursa biz sorumlu olmayalım diye.. Yahu buraya gelene kadar on kere kontrol ettiler zaten, tanıyor artık biliyor bizi polisler.. Yok, gitmiyor adam.. Aradık polisi artık adamın ısrarlarına dayanamayınca, anlattı durumu Coşkun,
Böyle böyle bir yerdeyiz kamp yapıyoruz haberiniz olsun diye aradık..
Bu sefer de polisin cevabı ne oldu dersiniz?
İyi de ne yapayım yani, niye aradınız ki..
La havle..
Al işte aradık polisi amca, iyi banane diyor için rahat etti mi şimdi?
Bu seferde başladı burası çok soğuk olur, nasıl kalacaksınız vs vs..
Zor bela ikna ettik ve gitti sonunda, oh :)
Sabah lokantada kahvaltı ederken bir gurupla tanıştık, içlerinden biri Coşkun ile aynı dönem çıktı Marmara üniversitesinden :) Az ileride pansiyonları varmış, gelin dinlenin, banyo ihtiyacınız varsa kullanın falan dediler - artık nasıl at gibi kokuyosak, tekliften anla :) -
İyi olur dedik ama yola çıkınca vazgeçtik atları koyacak uygun alan göremediğimiz için ve Bitlis'e doğru devam..
Emine & Coşkun
İnsanoğlu bu hayvanları nasıl terk etmiş anlamak mümkün değil. Nasıl kendimize ait bir parçayı geride bırakıp o siktiriboktan otomobillere tıkıldık?! Gerçekten hayret.. Sanırım sistemin pompaladığı hırs, kazanç ve konfor aldatmacası yüzünden bu güzelim hayvanlar yerine, metal yığını olan ve bize zarardan başka bir şey vermeyen ruhsuz araçlara tıkıldık kaldık.
Herkesin tanıdığı biri vardır, hatta filmlerde de görürüz 'arabasını seven, ona canlı bir varlıkmışcasına aşırı ilgi gösteren, en ufak bir çizikte dahi içi yanan vs vs' tipleri. İlk bakışta çok aptalca gelen bu sevgi ve ilginin sebebini anlayabilir misiniz? Belki de bir at ile arkadaş olmadan; onunla yola çıkıp, zamanını paylaşıp, yemeğini suyunu verip tımarını yapmadan anlayamazsınız :) İşte bu arabaları ile özel bir sevgi bağı kuran adamlar bir zamanlar atları ile konuşan insanların torunları.. Sevgi içimizde ama değiştirilen yaşam şekli bizi beton yığınlarına, onu da içimize bir yerlere hapsetmiş olsa da bastırılmış etkisini görebiliyoruz.
Erkek kedilerin koku bırakması.. Hayvanların doğasında var bu, sınırlarını belirlemek için koku bırakırlar. Ne kadar evcilleştirdiysek de bu davranışları değişmedi, evde kısırlaştırmadan kedi besleyenlerin en büyük sorunudur hatta.. İşte insan da yoldaşlarını bırakmış ama yerine geçen metal yığınına karşı da geçmişte yoldaşına davrandığı gibi davranıyor, doğasında var o sevgi, ne kadar 'modernleşse' , ne kadar 'medenileşse' de bu davranışı değişemez :)
Yol üstünde kim görüyorsa selam veriyor, nereye böyle derken muhabbete başlıyoruz. Kim gördüyse gelin bir çay için öyle gidersiniz diyor. Reddettiğimiz herkesten özür diliyoruz. Çünkü az önce bir başkasının çayını içmiştik!
Ahlat çıkışından sonra ana yoldan sapıp köy yoluna girdik. Yine yağmur başladı. Bu sefer yol kenarında büyük 3 hangar şeklindeki binaya attık kapağı. Islanmaktan kurtulduk ve oradakilerin öğle yemeğine misafir olduk. Burada X amca ile tanıştık. Eski MHP li ve bir ağa torunu. Nemrut volkanının eteğindeki koskoca verimli ovayı terör olayları yüzünden üç otuz paraya kapatmış, devlet desteğini de alarak burada patates tohumu ekip bu coğrafyadaki bütün patates tarımına yön veren biri. Yapmış olduğu icraatleri anlata anlata bitiremedi. Tüm çalıştırdığı işçiler de daha ucuza ve köle gibi çalışan Suriye'li göçmenler. Bir tane yerli adama ekmek vermiyor bu inanılmaz başarı hikayesi olduğunu düşünen X amca. Bir şeyler yapmak, bir şeylere yön vermek ve çalışmak dünyanın en güzel şeylerinden biridir. Hele de emeğinin karşılığını almak paha biçilemez ama... İşte o aması çok can yakıyor çok. Tıpkı Soma'da, tersanelerde olduğu gibi...
Öğleden sonra başladık tırmanışa. Yol üstünde bir kaç köy. Köylerden ilkinden gelin burada kalın teklifi aldık ama yolumuz uzun olduğu için pas geçtik. İkincisi bir Kürt köyüydü. Çocuklar peşimize takıldılar. Yanlarında belki 10 tane çoban köpeği ve iki de koyun olan bir sürü ile:) Köpeklerin her biri köpek değil canavar modunda koştular yanımıza, parçalayacaklar sanki nasıl da havlıyorlar hep bir ağızdan! Allahtan biz de atlar da köpeklere nasıl davranılması gerektiğini biliyoruz, ürkmüyoruz ve hiç iplemiyor havasında yola devam ediyoruz onlar kıyameti kopartırken.. Yoksa halimiz harap. Geçtiğimiz tüm köylerde eskiden mahalleye gelen arabanın peşine takılan çocuklar gibi bir sürü çocuk oluyor. En son yol üstünde aldığımız araba ile atları değiştirelim teklifinden sonra köpek sürüsü olan çocuktan da abi bu köpekleri sana vereyim o atı bana ver teklifi geldi. En sonunda Coşkun'daki çakı ile bizi parçalamak için can atan köpeklerden birini değiştirmek istedi o da olmayınca telefon ve para istedi ama neyse ki at sırtındayız ve çocuğun tüm kışkırtmalarına rağmen bize dokunamayan köpeklerin arasından çıkıp uzaklaştık.
Yol üstünde dağın başında sondaj yapıp bu topraklarda fasulye yetiştirmeye çalışan bir ekiple tanıştıktan sonraki durağımız Serinbayır köyü oldu. Köye girer girmez bütün çocuklar etrafımızı sardı. Çadırı kurduğumuz yere bütün köyün çocukları doluştu, oyunlar oynadık, onları ata bindirdik ve böyle dağ başındaki bir köyde yaşayan çocuklar hayatlarında ilk kez ata binmiş oldu.
Bir kaç genç ile tanıştık, ziyarete gelmişler köylerine bir tanesi erkek hemşire. Hemşirelik meslek okulunda okumuş bu genç anlattı da anlattı. Doğuya gelen bütün doktorların ve hemşirelerin inanılmaz acemi olduklarını ve bütün deneyimlerini burada kazandıklarından mı dersiniz, bir bıçakla yaralanma yada kurşunlanma gelse de şu bilmem neyi de denesem diye dua eden çaylaklardan tutun da damar yolu açmayı bilmeyen acil servis yetkililerine kadar onlarca örnek verdi. Hikaye gibi dinlediğimiz bu olaylarda daha sonra yüzde yüz haklı olduğunu tecrübe ederek öğrenecektik..
Akşama kadar çocuklarla oynamaktan artık kolumuzu kaldıracak halimiz kalmamıştı ki evine dönen bir çoban zorla toplattırdı çadırı soğuk olur diye evine aldı bizi :) Yedik içtik, konuştuk, paylaştık, çocuklarına gördüklerimizi, görebileceklerini anlattık. Fotoğraflar çektik, İstanbul'a gidince ilk iş bastırıp adreslerine göndermek olacak..
Abi buralara bisikleti ile gelen çok ama ilk defa at ile gelen oluyor lafı artık her yerde karşımıza çıkıyor :)
Ertesi gün Nemrut'a doğru yol alırken dört kişilik bir arkadaş gurubu ile karşılaştık. Doğu ve güney doğu ile ilgili bir gezi kitabında anlatılanların peşinde geziyorlardı. Uzaktan görünce Coşkun'u rehber, beni de gezdirdiği bir turist zannetmişler :) Durduk muhabbet ettik bir süre sonra fotoğraf çektiler. Bloğun ve bizim adımızı aldılar fotoğraflarınızı göndericez diye ama bir aydan fazla oldu geri dönmediler. Okuyorsanız lütfeen o fotoğrafları gönderin, birlikte pek fotoğrafımız olamıyor çünkü at üstünde :)
Nemrut dağı kocaman bir kratere sahip dışından bakınca içindeki krateri düşünemiyorsunuz bile. Burası İmparator Nemrutun Yazlığı imiş. Kışlığı da herkesin bildiği Adıyaman'da o heykellerin bulunduğu yer. Bazı yerlerinden buharlar çıkıyor. Bunların önemli bir bölümü ılık gölün etrafında. Bazıları için tabelalar konmuş ama bazılarını sadece oraları bilen bilir ya da orada kamp yapanlar...
Buraya gelirken bir sürü ayı ve kurt hikayesi dinlemiştik köylülerden. Orada ayılar, kurtlar var. Orada gece kalmayın kesinlikle. Gibi gibi.. Hatta öyle korktuk ki hayvanlar için bazı küçük uzak tutma teknikleri bile düşündük ama vardığımızda gördük ki burası artık vahşi bir yer olmaktan çıkmış. Çok büyük bir yol yapım çalışması var ve çok yoğun bir turist akını var. Hafta sonu günübirlikçiler tarafından basılıyor. İşçiler sabah altıda damlıyorlar. Bir de kafetarya var, öyle basit bir çadırdan. Biz kamp yaparken gitti. Yarın ben erken gelicem yarın da kalın dedi ama ertesi gün biz çıkarken o ortada yoktu.
İki tane büyük, bir kaç tane de çok küçük göl var. İki büyük gölden biri ılık su gölü. Etrafında sıcak su kaynakları var ve suyun içi karideslerle dolu. Yazın daha sıcak oluyor ve insanlar yüzüyormuş ama bu mevsimde sadece su kaynaklarındaki sıcak bir kaç nokta dışında pek de sıcak değildi. Diğeri soğuk su gölü. Eskiden suyu içiliyormuş, gerçi biz tüm kirliliğe rağmen yine de içtik ama burası da yok olmaya yüz tutmuş maalesef. Tıpkı vahşi havanlar gibi onun güzelliğine de hasret kalacağız..
Satın aldığımız yiyecekleri tüketmeye fırsat olmuyor, her yerde birileri davet ediyor yada getiriyor yemek veriyor burada da olduğu gibi :) Akşam mangalcıların verdiği makarna ve kızarmış sebzelerle doyduk. Biraz kuru dal topladık ve gün batımından önce herkes gidince kaldık yine biz bize.. Ateşimizi yaktık, çayımızı koyduk ve manzaranın, ateşin, yaşamın, 'an'ın tadını çıkarttık. Uzuun uzun ve yavaş yavaş sanki güzelliğini göstermek için bize, ardında izini bırakarak kaydı bir yıldız..
Ve sabah oldu.
Kekik kokusu..
Kahvaltımıza eşlik eden kekiklerin enfes kokusu Nemrut adı geçen her yerde burnumuzun direğini sızlatacak.. Karşımda çarşaf gibi durgun, ağaçların gölgesi vurmuş bir göl ve üzerlerine çiğ düşmüş otlar, az ileride bir kaplumbağa yürüyor, onlarca uğur böceği otların çiçeklerin üzerinde, kuş sesleri ve ateşin dumanına karışmış kekik kokusu..
Coşkun salata yapıyor, arkama bakıyorum atlardan biri kahvaltıya başlamış bile, diğeri de yayılmış otların üzerine keyif yapıyor hala benim gibi :)
Cennet, görebildiğin her güzellikte, apaçık önünde duruyor! Dünya masallar diyarı gibi zaten, neden cehenneme çeviriyoruz ki..
Kahvaltıdan sonra düştük yine yollara, iş makinalarının arasında zor bela Tatvan'a doğru indik. Hayvanlar vızır vızır arabaların koca koca tırların yanımızdan geçtiği yollarda korkmuyor ama kepçeden, traktörden falan inanılmaz tırsıyorlar :) Neyse kazasız belasız atlattık gürültüyle geçen uzunca bir yolu ve Tatvan'a doğru inmeye başladık.Yoldan da saptık tarlaların içinden şarkılar türküler söyleyee söyleye iniyoruz aşağıya :)
Tatvan göründü |
Çekirge |
Tam yola indik, deli gibi bir yağmur-dolu başladı, bizim için beklemiş sanki :) Benzinciye girdik ve bitene kadar dinlendik..
Garip bakışlar, sorular ve çay eşliğindeki keyifli sohbetlerin ardından Muş, Bitlis yol ayrımına kadar ilerliyoruz.
Apartmanlar göründü, trafik arttı, şehir insanları belirdi.. Selam veriyorum cevap yok, ben de bağırarak selam veriyorum bu sefer, karşıdakinden utana sıkıla cevap alıyorum yada alamıyorum :)
Arabanın birinden uzattı kafasını bağırıyor yine bir amcamız,
- Hello hellloo!
+ Selamın Aleyküm!
- Wat is yor neym?
+ Amcaa Türküz biz :)
- Hav ar yuu?
+ :))) Fayn fayn sen nasılsın?
- Ahahahah eyvallah!
Jeton mu geç düştü yoksa ingilizce konuşma hevesinden midir bilemedim :)
Yemeğimiz kalmadı, sağda güzel bir yeşil alan var, çöplük olarak kullanılıyor ama her yer plastik :(
Görece daha temiz bir alana kurduk çadırı, yan tarafta da büyük bir lokanta var, iyi. Geldi hemen arkadaki evlerden bir amca..
Şüpheli bakışlar..
Anlatıyoruz ama 'neden' gezdiğimize anlam veremeyen bakışlarla karşılaşıyoruz genelde..
Tutturdu polisi arayın da haber verin bir durum olursa biz sorumlu olmayalım diye.. Yahu buraya gelene kadar on kere kontrol ettiler zaten, tanıyor artık biliyor bizi polisler.. Yok, gitmiyor adam.. Aradık polisi artık adamın ısrarlarına dayanamayınca, anlattı durumu Coşkun,
Böyle böyle bir yerdeyiz kamp yapıyoruz haberiniz olsun diye aradık..
Bu sefer de polisin cevabı ne oldu dersiniz?
İyi de ne yapayım yani, niye aradınız ki..
La havle..
Al işte aradık polisi amca, iyi banane diyor için rahat etti mi şimdi?
Bu seferde başladı burası çok soğuk olur, nasıl kalacaksınız vs vs..
Zor bela ikna ettik ve gitti sonunda, oh :)
Sabah lokantada kahvaltı ederken bir gurupla tanıştık, içlerinden biri Coşkun ile aynı dönem çıktı Marmara üniversitesinden :) Az ileride pansiyonları varmış, gelin dinlenin, banyo ihtiyacınız varsa kullanın falan dediler - artık nasıl at gibi kokuyosak, tekliften anla :) -
İyi olur dedik ama yola çıkınca vazgeçtik atları koyacak uygun alan göremediğimiz için ve Bitlis'e doğru devam..
Düldül Bitlis yönünü gösteriyorsa olay bitmiştir ;) |
Her şey iyi güzel de, gözlük yüzünden patlıcan burun olmak çok zor.. :) |
Emine & Coşkun
Emine ve Coşkun! Uzun zamandır blogunuza bakınca çok etkilendim ve Türkiye'ye sağ salim geldiğinize çok sevindim! Nasıl geziyorsunuz ve neler yapıyorsunuz ne güzel bir şey. 'Cennet, görebildiğin her güzellikte, apaçık önünde duruyor! Dünya masallar diyarı gibi zaten, neden cehenneme çeviriyoruz ki..' sözleri deyince çok haklısınız - belki de hikayenizi anlatırken daha çok insan bunu anlar. Kendinize ve atlarınıza iyi bakın! İyi yolculuklar Kazan'daki couchsurferinizden - Christina
YanıtlaSilCanım! Çok mutlu olduk, Türkçe'yi de ilerletmişsin iyice:) Güzel yorumun için çok teşekkürler, umarım herkes cennetini farkeder;) Kendine iyi bak sen de, sevgiler..
Silahhh diyorum sadece ahhhh!
Sil😘😘😘 gelirsiniz tatil zamanı belki 💞
SilNemrut Gölü, Türkiye'de henüz göremediğim ve Doğu Karadeniz'den sonra içimdeki en büyük ukte. Atla geziyor olmanız gerçekten çok etkileyici, blogunuzu takip ediyorum ama kaçırmış olabilirim, at hikayesi konusu özellikle, ata binmeyi biliyor muydunuz? Atları satın mı aldınız vs gibi soru işaretleri kaldı aklımda.
YanıtlaSilYolunuz açık olsun!
Atları Van'dan satın aldık. At binme konusunda amatör düzeyde deneyimimiz vardı sadece. Şurada https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=450289331001176746#editor/target=post;postID=3178653847046869951;onPublishedMenu=posts;onClosedMenu=posts;postNum=5;src=postname bahsettik atlarla nasıl tanıştığımızdan.
Sil