Facebok

5 Mart 2014 Çarşamba

15 GÜNDE NEPAL - ANNAPURNA DAĞ YÜRÜYÜŞÜ

Ülke birbirine girmiş; biz de iyi bir internet bulduk, gündemi takip ediyoruz. Daha doğrusu takip etmeye çalışıyoruz. Delirmek üzereyiz. Bu kadar çılgınlığın içinde nasıl toparlayıp da Himalaya dağlarını anlatacağım bilemiyorum.. Bir taraftan Hulki Cevizoğlu'nun yandaşları itin götüne soktuğu programı dinliyorum.

Neyse şimdi Nepal moduna girelim..
Pokhara'daki gölde gün doğumunu görür görmez içinde bulunduğumuz ruh hali daha fazlasını istedi. Bu inanılmaz dağ manzarası bizi kavradı ve sımsıkı sardı. Hemen koşa koşa trekking yapmak için gerekli izni almaya gittik. Bunun için iki yer var. Biri Katmandu'da diğeri de Pokhara'daki Phewa Gölü kenarında.
Adam başı iki izin almak zorundasınız. Biri gezi için diğeri de arama kurtarma için. Kişi başı sekiz bin Nepal Rupisi ödeyerek izin işini hallettik. Eğer böyle bir gezi yapacaksanız yanınızda 4 adet de fotoğrafınız olmalı yoksa orada biraz uğraşmak zorundasınız ama pasaporttan fotoğraf çektirip bir şekilde hallediliyor.. Şayet ana kamp yürüyüşlerinden fazlasını, yani zirveye çıkmayı istiyorsanız her doruğun koşullarına göre farklı bir ücretlendirmesi var.. Mesela Everest zirvesi için yaklaşık 50.000 doların cebinizde olması gerek! Rinjani zirvesi ve mutlaka bir gün tamamlanacak olan Kaçkar zirvesi bize yeter, Everest almayalım anacım:)
En önemli noktalardan biri de yemek fiyatları. Merkeze oranla fiyatlar yükseklere doğru çıktıkça 2'ye-3'e-4'e katlanarak artıyor. Gecelediğiniz yerde yeme koşuluyla konaklama çok ucuz. 100 rupi ( yazarken bile şaşırıyorum ama 2 lira bile değil ) ama dediğim gibi yemeklerle biraz coşuyor fiyat, biz o kadarını tahmin etmediğimiz için yanımızdaki parayı çok dikkatli harcamamız gerekti son gün aç kalmayalım diye.. Biraz da o yüzden 7 gün planladığımız yolu para olmadığı için tabana kuvvet deyip 5 günde bitirdik. Uzun süre planlıyorsanız mutlaka yiyecek takviyesiyle gidin derim çünkü kamp yapılabilecek düz alan yok gibi yani biz hiç görmedik mecbur ufak köylerde mola verecek, guesthouse'larda kalacak ve yiyeceksiniz. 

Bu genel bilgilerden sonra bizim maceraya başlıyorum artık..
Phokara'daki üssümüz Merhaba restoranın sahibi Coşkun Abinin önerisi ile restoranın tam karşısındaki büfede uzun yıllar rehberlik yapmış biri ile konuştuk ve bize tam yedi günlük gezi programı çıkarttı. Başlangıcından konaklama yerlerine kadar her şeyi sırası ile işaretleyip gayet açık ve babacan bir tavırla anlattı sağolsun. Sabah saat 6 erkenden kalkarak yolculuğun başlangıcı olan Nayapul'a taksi ile gittik. Haritada tüm yolculuğumuz işaretlenmiş şekilde çok iyi bir yol gösterici oldu.




Yola çıkar çıkmaz başlangıç için şans getireceği inancı ile alnımıza kırmızı boyayı dayadılar. Belki de etkilemiştir çünkü eşsiz bir keyif oldu. İlk günkü durağımız Ghanduruk köyü. Yol boyunca bizi bir sürü çocuk, kocaman bir şelale, akan sular, nehir, atlar, eşekler, köylüler selamladı. Neredeyse gördüğümüz bütün çocuklar haraç keser gibi yolumuzu kesip şeker istiyor :) Hazırlıklı gidin derim çünkü yüzlerindeki o mutluluğu, gözlerinin parlamasını görmek paha biçilemez.. he bide şekerden çok çikolata daha makbul :)
















Dağ yürüyüşlerinde şart olan bastonlara ihtiyacımız vardı. Bu ihtiyacımızı elimizdeki İsviçre çakısının ( kesinlikle tavsiye ediyoruz çok işimize yaradı ve inanılmaz sağlam, bambudan hindistan cevizine kullanmadığımız alan kalmadı ) yardımı ile yol kenarındaki bambulardan giderdik.



 Araç yolundan uzun bir yürüyüşün ardından Purgiyu'de bir yol ayrımında dönüş yolunda olan yerel bir rehberin peşindeki iki Koreli ile karşılaştık. Ghanduruk'a gidiyoruz deyince, eğer yolu takip ederseniz çok uzun sürer şu tarafta patika göreceksiniz oradan devam edin dedi. Böyle pek bilinmeyen yollara girmeyi çok seven kişiler olarak hemen ayrıldık ana yoldan ve tarlaların içinden kaybola kaybola, köylülere sora sora, evcil hayvanların ve çocukların rehberliğinde Ghanduruk'dan önceki araç yolunun bittiği yere vardık.





Bu manda yavrusu köpekten daha istekliydi peşimizden gelmeye :)
 

























Yemeğimizi yeyince buraların ne kadar pahalı olduğunu anlamış olduk ve kafada bu gezinin biraz kısa sürmesi gerektiği ışığı çaktı. Dağda parayı napacam demeyin. Buralarda yiyecek yükünü taşımak istemiyorsanız paranın yüküne katlanmak zorundasınız. Fiyatlar taşıma masrafları ve güçlüğü nedeniyle İstanbul ile aynı diyebilirim. Özellikle Ghanduruk'dan sonra yol yok, A'dan Z'ye her çeşit malzemeyi katırlar ve insanlar sırtlarında taşıyor bütün köylere. 





Neyse ilk günkü durağımıza yanımızdan geçen katırların ardında bıraktıkları tazecik kalıntılarını takip ederek ve Olcay'ın verdiği penguen sayfasından keyif alarak ve son olarak da sırtındaki elli kilo yük ile hayal gibi yanımızdan geçen çook yaşlı bir amca ile birlikte Ghanduruk'a vardık. Manzarası, gün batımı ve doğumunun en güzel olacağını düşündüğümüz yere kapağı attık. Temizlendikten sonra ilk günün verdiği yorgunluk ve açlıkla bir şeyler ısmarlayıp güneşi batırdıktan sonra hemen yattık. Yeri gelmişken söyleyeyim, her mekan sıcak su olduğunu söylüyor ama kesinlikle sıcak su yok biraz ılık belki ve yukarılara doğru çıktıkça da iyice soğuyor.





Güneşin doğduğu saatte ayaktaydık. Yukarılara yaklaştıkça gün doğumunun güzelliği de artıyor. Bir adım atmanız bile açınızı değiştirip gördüğünüz manzaranın büyüsünü daha da perçinliyor. Sabah kahvaltısının ardından yine yollardayız.

Burada dikkati çeken en önemli şeylerden biri insanların dağlarda tarım için neler yapabileceğidir sanırım. Koskoca dağlara teraslar yapılmış ama bunlar küçük teraslamalar değil, binlerce yılda oluşmuş. Pirinç evet binlerce metre yükseklikte pirinç ekiyor, patates ekiyor, buğday ve mısır ekiyor insanalar. Tek bir metrekare düz alan yok ama binlerce dönüm tarla var buralarda. İnsanın en ilkel dönemlerden beri nasıl dünyayı değiştirdiğini gözümüze sokuyor. Şimdiki pislikten uzak bir değişim tabii ki. Daha masum, kesinlikle çok daha renkli ve güzel. Güneye bakan yamaçlar sarı, kuzeye bakanlar yeşil. Buradaki evler önce hayvanlara sonra da buraya gelen bizim gibi gezginlere ev sahipliği yapmış. İnsanlar ikiye ayrılmış bazıları hala eski düzen çiftçi geri kalanı da işletme sahipleri. Evleri birbiri ile yarışıyor güzellikte. Yolda kafanızı kaldırdığınızda deniz feneri gibi ışıldayan Machhapuchchhre, Annapurna South, Tharpu Chuli, Singu Chuli ve Annapurna ile karşılaşıyorsunuz, bu yorgunluğun içinde güvenle doluyorsunuz baktıkça. Ayağınız yere daha sağlam ve sevinçle basıyor.









Tırmanış yapılamayan Machhapuchchhre dağı zirvesi

Tam yorgunluktan bunalırken karşınıza küçücük bir çocuk çıkıyor, elinde bir boru parçası ip atlaya atlaya okula gidiyor. Tüm yorgunluğunuz o çocuğun zıplaması ile dağılıyor ve sizin yanınıza gelip şeker istemesi ile enerji doluyorsunuz. Evet inanılmaz bir şey oluyor buralarda. Yüzlerce çocuk okula gidiyor. Günde minimum dört saat yürüyorlar. Mesafeleri anlatmak çok saçma olur bu inişli çıkışlı yolu görmeniz gerek. Burada tek ulaşım aracı insanlar, katırlar ve eşekler. Araba yok. Çok ama çok acil şeylerde ise bir helikopter var o kadar. Burada biz tırmanıyoruz ama tırmanmaktan çok inip inip çıkıyoruz. Yol büyük yarıklar oluşturmuş ana nehrin kolları ile kesiliyor. Bu dereleri, çayları geçmek için muhteşem güzellikte köprüler var. Hindistan'ı bu kadar verimli yapan şey bu dağlar. Suyu ile, heybeti ile, kuzeyden gelen buz gibi havayı bıçak gibi kesmesi ile...











Her iniş çok daha keskin ve dik bir çıkış anlamına geldiği için her inişte üzülüyoruz. Geçtiğimiz her akarsu yatağı bize inanılmaz güzellikler sunuyor. Fotoğrafı pek olmadı ama buradaki kumlar elmas gibi ışıl ışıl parlıyor. Her şey büyük ve en güzel yanı ise büyüklüğü algılayamıyorsunuz. Tek ölçü biriminiz saat. Orası şu kadar saatlik. Chomrong'a vardığımızda ikinci günkü durağımız olan Sinuwa'ya gidişi sorduk orası bilmem şu kadar saat sürer, bu saatten sonra varmanız çok zor olur dediler ama biz her zamanki gibi durmadık. Karşımıza çıkan hayvanları takip ederek, Kartalların ve şahinlerin çığlıkları ile, yemyeşil, sapsarı, bembeyaz, masmavi renkler ile Sinuwa'ya vardık. Gün batımı bizi uykumuza uğurladı. Buraya gelinebilecek en soğuk mevsimde gelmişiz. Yükseklik artıkça bunun farkına çok keskin bir şekilde vardık ama biz de çok iyi hazırlanmıştık. Buralara gelirseniz kesinlikle yanınıza bir şey almayın. Gelin tüm alışverişinizi buralardan (şehir merkezleri tabi ki) yapın. Çok ama çok memnun kalarak onda biri fiyatına ömürlük kıyafetlere sahip olacaksınız. Havanın soğukluğuna rağmen uyku tulumlarımız sağolsun iyi bir gece geçirdikten sonra gün doğumu bizi üçüncü güne uyandırdı.








Buralarda orman 2500 metrelerde başlıyor. Ormanla birlikte de vahşi hayvanlar. Özellikle de kuşlar. Sadece inanılmaz sesleri değil. Eşsiz görüntüleri ile birlikte yolculuk ettik. Bu yolculuktan sonra tüm üflemeli sazların nasıl evrimleştiğini anladık. Eğer gönlünüzü titreten bir balaban sesi duyabiliyorsanız ya da klarnet, fagot, flüt, zurna... biraz mitolojik olacak ama bunları bize kuşlar armağan etmiş buna emin olun. Buradaki insanlar neden Hinduizm gibi bir dine inanıyorlar buraların görüntüleri ve sesleri bu konuya açıklık getiriyor...









Büyük bir hızla Bamboo köyüne vardık ve artık yönümüz hep yukarı doğru çıkacak sanarak büyülü bir ormandan geçtik. Bu büyülü orman öyle bir yer ki ağaçların üstü başka otlarla kaplı ve kayalar bu ağaçlara göre şekillenmişler. Her yanımızdan sular fışkırıyor. İnsanlar bu sulardan her şekilde faydalanıyor. Elektrik üretiyor, değirmen çeviriyor... Çok ama çok şanslıyız çünkü hava kapalı ve kar soğuğu var. Nepal'de kar görmeden dönmeyelim, yağsa keşke diye sızlanırken tek tük üzerimize, çiçeklerin üstüne düşüyor :) İlerledikçe ilk kar birikintileri ile de karşılaşıyoruz. Çiçekler karların altından gülümsüyor. Sonra birden uçurumun kenarları dikkatinizi çekti. Altımızdan kocaman bir nehir geçiyor. Bizim sadece göletlerini gördüğümüz ve sesini duyabildiğimiz şelaleler, yamaçlardan fışkıran sular, bu suların taradığı sarı saçlar gibi otlar, buzlar, sonra sanki bu tarafa devam edin der gibi nehrin üzerine doğru uzanmış bir ağaç...







Vibram taban test edilip onaylandı bu arada









Çuha çiçeği

Derken kar iyice arttı, deli gibi yağıyor, her tarafımız bembeyaz oldu birden :) Devam ettik yola, önce Himalaya kamp alanına geldik. Çok kısa soluklandıktan sonra bugün için hedef belirlediğimiz Deurali'ye doğru devam.
Yolda karşımıza bir mağara çıktı. Ama bir mağaradan çok mağaracık demek daha doğru. Buralardaki kayaçlar mağara oluşması için pek de uygun değil ama sanki sürekli buralara kar yağıyormuş ve bu yolu kullananlar kara yakalanıyormuş da, geçmişte çobanlar ve bugünlerde gezginler sığınsın diye oraya konmuş bir kaya, Hinko Cave. Hemen altına sığınıp korunduk. Bu nimetin keyfini  çıkardık. Artık büyük fotoğraf makinesini çıkartamıyoruz çünkü çok soğuk. İki eli kullanmak zor. Fotoğraflar buradan sonra ki kamp alanına kadar hep cep telefonundan. Zor bela Deurali'ye ulaştık ama buradaki işletmecinin kaba tavrı yüzünden konaklamama kararı aldık. Yanımızda bizimle aynı fikirde olan bir çift daha vardı ve birlikte hedefi büyüterek yönümüzü Machhapuchchhre ana kamp alanına çevirdik. Önümüzde iki saatlik bir yol var. Kar artık tipi halinde. Onlarla birlikte yerel bir rehber var bazı noktalarda durup bilgiler veriyor. Bir anıtın önünde durduk, geçtiğimiz senelerde 9 İsrail vatandaşı çığ altında kalmış burada..
Demek ki tehlike alanındayız. Çığın büyüklüğünü ise yürüyüş yolunun nehrin diğer tarafına taşınmış olmasından anlayabiliyoruz. 







Çığ altında kalan dağcıların anısına yapılan anıt.









Machhapuchchhre Base Camp

Yine tırmanıyoruz ve yine bir fırtına bizi karşılıyor. Sonunda kamp alanına vardık. Hiç bir şey göremiyoruz. Hem karanlık hem de tipi var. Görüş çok kötü ve soğuk. Hem de çok. Bir şeyler yeyip yatağa zor attık kendimizi. Uyku tulumları bizi sardı ve sarmaladı. Sıcacık bir uykunun ardından güneş daha doğmadan South Annapurna Base Camp'a varmak üzere yola çıktık. A.B.C. yolundayız. Telefon soğuktan kafayı yedi, şarjı olmasına rağmen bitmiş gibi görünüyor. 


 
Tam yolu yarılamıştık ki güneş dedi ben nazlıyım ve sarp kayalarda, buzullarda gizliyim. Beni buldunuz ve bende size en güzel gösterimi yapacağım.







Annapurna 1 Zirvesi 




Bu şölenin fotoğrafı çekilmekle anlatılamaz. Gidin ve bunu yaşayın. Baktığınız ve okuduğunuz her şey eksik kalacaktır. Işığın karanlıktan sonra sizi nasıl yakalayıp ısıttığını anlatamazsınız. Herkes için başka bir şey bu. Uyuşturucu deneyimi değil ki belli semptomları olsun.

Derken A.B.C.'deyiz (Annapurna Base Camp). 4130 metre ve bir 100 metre daha sonrası gün doğumu izleme noktası... Bu bir zafer anı. Üstünüzde 8000 metreden yüksek Annapurna 1 zirvesi, altınızda buzul vadileri, yanınızda sevgiliniz...























İnişe geçtik. Zirve keyifleri kısa ama çok etkili oluyor. Anlatmaya doyamazsınız çünkü sadece size ait bir deneyim. Başkaları da anlamayabilir çünkü kişisel bir şey. Deneyimleyin muhakkak.

İnişte Coşkun iyice coştu. Çocukluğundan beri herşeyi çok hızlı yapmış bir adam. Çıkarken koşuyordu, inerken de uçuyor! Herkesten önce indi aşağıya. Ben de yaya yaya, keyifle etrafı seyrederek indim. Onu bulduğumda bir buzul vadisinin kenarında, uçurumdan aşağıya bakıyordu. Bir sürü vahşi hayvan görmüş. Bu hayvanların peşindeki bir İngiliz Profesör'ün kayıtlarına girmiş, konuşmuş...
Şunu söyleyeyim ki buraya çıkıp rahat 1 sene bu yüksekliklerde yaşamak lazım. Sanırım yaşanacak en uç maceralar buralardadır.












Neyse 3 güne çıktık bakalım kaç güne ineceğiz. Bu gün hava dünün tersine muhteşem. Güneş dünün inadına parlıyor ve yağan tüm kar yavaş yavaş eriyor. Dün yamaçlardan akan sular donmuş. Nehir bile buzların altından akıyor. Ama karlar eriyor. Aslında erimiyor kar olarak kar şelalelerinden akıyor... Çıkarken karşılaştığımız manzara güneşle değişip bambaşka bir hal almış. Rüya gibi. Güneş doğayı uykusundan uyandırmış ve rüyasını anlattırıyor gibi... Sular şırıl şırıl akıyor ve eriyen kar ışığın altında parlıyor. O ışığı unutamayız. Çook uzun bir patika ışıltılar ile önümüzde parlıyor. Her köşesi bambaşka güzellikte.
Annapurna Base Camp

Donan şelalelerden biri












Büyülü Orman..






Sonra güya iniyoruz ya merdiven çıkışları başlıyor. Nepal'in kelime anlamı merdiven olmalı. Burası dünyanın en uzun merdivenlerine sahip. Dört bin küsür metreden inerken bile binlerce merdiven çıkıyorsunuz. Hele de Sinuwa ve Chomrong'a varırken pek çok şeye rahmet okutacak cinsten!





Chomrong'a vardığımızda gece olmuştu. İlk bulduğumuz yere kapağı attık. Bacaklarımız titriyor artık, çok iyi bir akşam yemeğinin ardından hemen yattık. İyi bir uykudan başka ne bekleyebilir ki insan bunca uzuuun yolun ardından? Ama kapımızın önünde yatan köpek bize bunu çok gördü ve bütün gece boyunca hiç durmadan salak salak havladı.. 

Sabaha karşı birkaç saatlik uykunun ardından kalktık ve kahvaltının ardından yola çıktık. Bugün keyif günü, yol çoğunlukla iniş ve sıcak su kaynağında uzuun bir mola planlıyoruz. Bu sefer yolda Maksim ve Peg ile tanıştık. Onlar da uzun bir yoldan geliyorlardı ve hedefleri bizim gibi sıcak kaynak suyuna varmak. Bunca yorgunluğu böyle bir keyifle ödüllendirmek herkes için şart.







Neyse indik biraz sonra bir yerde durup yak sütü içtik. Öğle yemeğinin ardından nehre vardık. Nehrin yanında nehirle birlikteymiş gibi görünen sıcak su kaynağı ve havuzları ile karşılaştık. Bir taraftan buz gibi nehir akıyor diğer tarafta ise sıcacık bir su. Burada iki saate yakın kaldık keyif artık hafif kalıyor, cennetteyiz hiç çıkmak istemiyoruz :) O kadar iyi geliyor ki bunca yorgunluğun üzerine.. Önceki gece dolunay vardı, buraya dolunayda inip gökyüzünü seyrederek keyif yapmak da harika olur, benden size tavsiye!











Hiç bitmesin isediğimiz renkli ve keyifli bir yoldan sonra Landruk'tan bir taksi ile Pokhara göl kenarına döndük..

Artık başladığımız yer olan Merhaba restorandan tekrar Hindistan'a doğru maceralı bir yolculuğa çıkamaya her anlamda hazırız!

Emine&Coşkun













8 yorum :

  1. sonunda! muhteşem fotoğraflar, keyfiniz bol olsun.. instagram linkiniz hata veriyor, hiç değilse oradan takip ediyorduk? :)

    Ebru

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağol Ebruu!
      İnstagram da kullanıcı ismini değiştirmiştim o yüzden hata vermiş sanırım düzeldi şimdi ;)

      Sil
  2. Hiçbirşey güneşin ilk altın ışıklarını alan karlı dağlar kadar çarpmıyor beni.. nefesim kesildi... muhteşem demek yetmiyor... harikasınız, harikasınız

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ancak seninki gibi güzel yürekler, güzel bakan gözler anlayabilir ve çarpılır o muhteşemliğe..
      Çok teşekkür ediyorum :)

      Sil
  3. Son 1 aydır hikayelerinizi okuyorum ve fotoğraflarınıza imrenerek bakıyorum... Birçok kişiye de sizi örnek gösteriyorum çift olarak çıkmışlar dünya turuna siz burda cafelerden, avmlerden başka birşey bilmiyorsunuz diye :)) Kısaca süpersiniz..
    Bunun dışında ben sizin yolculuktan önceki konumunuzdayım, sadece bisikletle bostancı - tuzla arası gidip gelebiliyorum şimdilik :))
    Ama birkaç ay içinde yeni zelanda' ya yerleşmeyi planlıyorum gerekli başvuruyu hazırladım eksik belgeleri tamamlıyorum, umarım sizin kadar şanslı olabilirim..
    Eğer o tarafa gidebilirseniz benim için de süper bir yazı olur yeni zelanda' yı bir de sizden dinlemek..
    Eğer ben gidebilirsem sizi ağırlamak büyük keyif olur...
    Keyfiniz hiç bozulmasın, takipteyiz, devam :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sevindim sizin adınıza! Yeni Zelanda hayal gibi bir yer diye tahmin ediyorum fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla :) Tam da zamanında ayrıca ülke bu haldeyken.. Herkesin içinden geçeni gerçekleştireceksiniz. Bizim için bu sefer mümkün değil ne yazıkki ama mutlaka Yeni Zelanda ve Avustralya'ya gitmek istiyoruz..
      İsminizi bile bilmiyorum daha ama oralarda bi kapımızın olacağını bilmek güzel;)
      Ayrıca örnek gösterilmek de ayrı bir keyifmiş heheh çok teşekkürler :)

      Sil
  4. E hadiii... 1 aydır yazınızı bekliyoruz yetti gari :)) arayı bu kadar açmayın noolur. bol şans

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaklaşık 1 aydır İran'daydık blogger erişimi de yasak vpn de işe yaramıyor aşırı yavaş çünkü.. Mahrumiyetler ülkesinden çıktık artık bikaç güne eklerim;) Teşekkürler ilginize!

      Sil