New Delhi'de geçirdiğimiz 1 haftanın ardından önceki yazıda bahsettiğim gibi Couchsurfing'den iletişime geçtiğimiz küçük bir çiftlik sahibi olan Arun'un evine, Kotabagh köyüne gitmeye karar vermiştik. İkimiz için yaklaşık 8 dolar karşılığında üç öğün yemek,kalacak yer ve referanslarından gördüğümüz kadarıyla da harika bir yer!
Old Delhi'den kendimizi trene attık ve yaklaşık 8 saatte sabaha karşı Haldwani'deyiz.
Hava aydınlanmamış henüz, Arun'un yazdığına göre Kotabagh'a saat 8 de otobüs var. Üstümüze çullanan riksa ve taksicileri kovuşturduktan sonra Delhi'ye göre tertemiz ve modern olan istasyonda oturduğumuz yerde uyuya kaldık. Öyle tatlı uyumuşuz ki 7:30 da güneşin gözüme vurmasıyla uyandım birden. Toparlandık hemen, daha otobüs nerden kalkıyor onu bile bilmiyoruz!
Aceleyle çıktık istasyondan ve derdimizi zor da olsa anlattık bir riksacıya. Anladığını ve bizi otobüsün kalkacağı yere götüreceğini umarak önce çantaları yükleyip, üstüne de biz oturduk. Düşmemek için kasıyorum kendimi, bu kadar ağırlıkla nasıl pedal çeviriyor bu zapzayıf adam!? Zor hayatlar, çok zor..
Kılı kılına yetiştik otobüse. Şoför de yardımcı oldu, biraz sonra araç değiştirdik ve 2 saat sonra Kotabagh'tayız. Buradan taksiyle eve gidiyoruz, sonradan öğrendiğimiz kestirme patika yolu bilsek 20 dakikalık bir yürüyüşle eve varmak mümkün.
Geldik ama meğer Arun yeni yıl tatli için Goa'ya gitmiş. Yemekleri hazırlayan yardımcısı ve İngiliz bir çift dışında kimseler yok. Etrafımız yemyeşil, ev harika, hava açık, tertemiz.. Delhi'nin sisli, buğulu havasından eser yok! İngilizler'de istisnalar kaideyi bozmaz ama soğuk insanlar cidden. Gerçi bunlar daha ufacık, liseden mezun olmuşlar, üniversiteye başlamadan önce ailelerinin de desteğiyle yaklaşık 1 sene gezmeyi planlıyorlar. Ne güzel dimi? Biz çok geç kalmışız dedim ya bu yaştan edinecekleri öyle çok tecrübe olacak ki.. Bizim insanlarımızın genelinde o yaştaki çocuklar konsere gidecekse bile olay olur be!
Birkaç gün sonra yola çıktılar, biz de yeni yıla baş başa burada girip sonra Nepal'e devam etmeye karar verdik yani bu evde 1 hafta kadar kaldık.
Adamın yaptığı yemekler tek kelimeyle harikaydı, her gün yürüdük, doğanın güzelliğinin keyfini çıkarttık, olmazsa olmaz ormanda kaybolduk bir gün, inanılmaz güzellikte kuşlar gördük, köye indik, taze taze yoğurt bulduk ve bugüne kadar yediğimiz en leziz narları keşfettik..
Biraz yardım ettik çalışanlara, daha çok Coşkun:) Mevsim kış, yapılacak pek birşey yok, bazı ağır işler dışında.
Yani Phi Phi gibi bir eğlence adasından çıkıp yılbaşına sessiz sakin bu yerde bahçede yaktığımız ateşin başında patates közleyerek girdik.
Belki elli farklı çeşit kuş var burada, her gördüğümüz farklı, hepsi birbirinden güzel. Özellikle bolca gördüğümüz papağanlar.. Kuşlara ilgimizi çeken de Mabul adasında tanıştığımız başarılı bir kuş fotoğrafcısı ve psikoterapist olan Sevdal Ayger oldu. Uygun objektifimiz olmadığından iyi fotoğraflar olmasa da çeşitliliği göstermek adına ekliyorum bazılarını.
Başta söylediğim gibi henüz köy merkezine giden patikadan haberimiz yok. Buluruz yolu bir şekilde deyip başladık yürümeye. Sonuç; tabii ki kimsenin girmediği saçma sapan yerler, terk edilmiş bir fabrika, basamakları olmayan bir merdivenin korkuluklarını kullanarak aşağıya inmeye çalışma, dallar ve dikenler arasında ilerlemeye çabası, tepemizde ağaçtan ağaca zıplayan koca maymunlar falan derken yolu bulduk sonunda ve köye vardık. Bu kadar enerji harcadıktan sonra öğle yemeği saatini de geçirdik tabi Coşkun'un şekeri düştü biraz. Hemen bişeyler atıştırdık ve köyde dolandık, zaten ufacık bir yer. Buralarda turist olmadığı için millet garipsiyor ne işi var bunların burada der gibi, görüş mesafelerinden çıkana kadar gözlerini ayırmadan bakıyorlar :) Selamlaşıyoruz, gülümsüyorlar. En güzeli de içinde bulundukları yokluğa rağmen içi gülen gözlerle bakan çocuklar.. Coşkun'un acil durum şekerlerinden dağıtıyoruz önümüze gelen çocuklara, sevinçleri öyle içten, öyle saf ki, tek bir şeker için böylesine mutlu olabilmek.. Çocuk olasım geliyor, oyunlarına katılasım geliyor böyle anlarda.
Sonraki gün taksinin bizi getirdiği yoldan yürüyelim bir de dedik, asfalt yol, 15 dakikada gelmiştik, aşağıya doğru 1 saatte ineriz en fazla diyoruz. Bu sefer sonuç; nasıl kaptırdıysak artık bir sonraki köye kadar yürümüşüz. Büyüük bir daire çizerek 4 saat sonra Kotabagh'a gelebildik:) Bilmeden çıkılan yolun ne kadar yorucu olabileceğini, yanlış yerlere çıkabileceğini tahmin edebiliyorsunuz ama yolda nelerle karşılaşacağınızı kesinlikle tahmin edemiyorsunuz, işte bizi böyle yürüyüşlere iten de bu sanırım. Sonunda çok yorulsak da mutlaka zevk almış oluyoruz.
Bu sefer de çok güzel ağaçlarla çevrili yollarda ilerledik ve en önemlisi yavru bir köpek bulduk. Gözleri yeni açılmış, dengeli şekilde yürüyemiyor bile ve annesi ortada yok belli ki acıkmış ve ağlıyordu bu minnak. Yanımızdaki bisküvileri ağzımda ezip verdim, yaladı yuttu ardı ardına, karnı doyunca da kıvrılıp uyudu kollarımda. Nasıl bırakıcam ben bu bebeği kollarımdan?! Gayet sağlıklı yüksek ihtimal annesi ilgileniyor ama ya gelmezse anası. Gerçi yanımıza alsak sınırdan geçiririz ama havaalanından imkansız, ayrılıcaz elbet bir yerlerde, daha zor olacak.. Bir saate yakın düşündük ve kalan bisküvileri ezmeden anası için bırakıp ertesi gün tekrar gelip kontrol etmeye karar verdik. Her şey olduğu gibi duruyosa alıcaz yavruyu.. Ertesi gün geldiğimiz de ne yavru, ne de bisküviler yerinde yok. Güzel, demek ki geldi annesi bisküvileri yedi ve başka bir yere taşıdı yavrusunu, yani umarım öyle olmuştur..
İşçilerden biri en yüksek tepeyi gösterip, orada tapınak var, yarın çıkacağız siz de gelin dedi yeni yılın ilk günü için. İyi o zaman erteleyelim bir gün daha yola çıkmayı dedik ve sabah erkenden 4 kişi yürüyüşe başladık. Doğa harika, yeşil insanı öyle dinlendiriyor, öyle huzur veriyor ki.. Şehirlerde, yüksek ve beton binalarda yaşamak kesinlikle doğamıza aykırı. İşte bunu farkedebilenler kaçmak istiyor büyük şehirlerden, artık eskisi gibi emekli olunca da değil, gençken.. Biz de İstanbul'u terkedip, daha yaşanabilir daha doğaya yakın bir yerler bulma hayalindeyiz ama New Delhi'yi gördükten sonra İstanbul'a haksızlık mı ediyoruz dedim. Delhi'de doğmuş, o karmaşada yaşıyor da olabilirdik.. Her neredeysen, oranın ve o anın keyfini çıkartmak lazım sadece. Yoksa mutlu olamaz insan, bunu çok iyi anladık. Şuan Goa'dayız. Burası sanki Hindistan dışında, apayrı bir yerde, öyle başka yani ve buraya gelene kadar uzuun yolları aştık, cidden berbat yerler ve olaylara şahit olduk. ( Bir sonraki yazı da anlatacağım ) Her şeye rağmen anı yaşamak en güzeli o yüzden belki de Hindistan'ın en boktan, kimsenin uğramadığı yerlerinde bile mutluyduk ve dilimizde hep aynı şarkı 'Hindistan yavaştaan kendini sevdirir! :) Cidden öyle!
Konumuza dönelim :) İlk molayı bizim Hintli'lerden birinin evinde verdik. Güzeller güzeli iki küçük kızı ve bir oğlu var, bir de keçileri :) Biz oradayken keçilerden biri doğurdu, kısa ve gerçekten büyülü bir an doğuma şahit olmak. Dönüşte aynı yerde mola verdik ve birkaç saat önce doğan keçi yavrusu koşturmaya başlamıştı bile, tek yaptığı ise önüne gelen şeyi emmeye çalışmak, her bebek gibi:)
Yürümeye devam, daha yeni başladık! Köyleri geride bıraktık, daha bakir alanlardayız şimdi, ormana girdik..
Hindistan'da belki de en kolay bulabileceğiniz şey marijuana yani esrardır. Aamaya gerek yok o sizi bir şekilde bulur zaten, şehirde yada ormanda, hiç farketmez:)
Bizim tecrübeli Hint'liler yürürken kokusunu aldı önce ama görünen bişey yok, koklaya koklaya, yavaş yavaş kedi gibi ilerlediler ve ısırgan otlarının arasında büyümüş koca koca marijuana'larla karşılaştık. Koca bir kaç dalı indirdiler, dedim heralde en az bir ay idare eder bu adamları ama elinde yaprakları ovuşturarak özünü çıkarttı ve elinden kazıdığı sakız kıvamına gelen ottan çıka çıka 3-4 sarımlık çıktı. Manzaraya karşı oturduk, dinlendik biraz ve başladık tekrar yürümeye.
Bu arada Bri yada Bidi dedikleri ucuz bir sigara var, onun içini boşaltıp bunu dolduruyorlar. Bu sigara'dan Nepal'de de üretiliyor, Hindistan'da da. Paketleri ve üreten firmalar ( ki çok küçük firmalar çoğu ) birbirinden farklı. Sigara kullanan insanlar değiliz ama Nepal'de paketine vurulduğumuz bu sigaralardan almadan edemedik. Paket işte aşağıda. Bu nedir yahu, anlatılmak istenen nedir kalp içerisindeki bıyıklı amcayla:) ?
Uzun süre merak ettim ve sonunda bilen birinden öğrendim ki, bu adam firma sahibiymiş ve artık nasıl bir insansa ürettirdiği paketin üzerine kalp içerisinde kendi fotoğrafını bastırmış:)
Neyse yürümeye devam derken küçükbaş sürüsüyle karşılaştık ve şanslıyız ki yavrulama dönemine denk gelmişiz. Bir sürü yavru oğlak etrafta koşturuyor nasıl da sevimliler ya aşk yaşadık resmen :)
Çobanlarla birlikte çayımızı da içtikten sonra, yola devam..
Tapınağa vardık. Orada yaşayan, bayaa yaşlı ve insanların getirdikleriyle yaşamını devam ettiren ermiş görünümlü tapınak bekçisi, Hindu din adamımızla tanıştık. O kadar basit bir yaşamı var ki, bakıp düşüncelere dalmamak mümkün değil. Aslında ihtiyacımız olanın gerçekten fazlasına sahibiz hepimiz, hemde çok fazlasına.
Akordeon gibi bişey çaldı, şarkı söyledi ve kutusunda kalan son çayı da bizlerle paylaştı. Orada misafirler için ayrı bir yer yapmış, kalmamız için çok ısrar etti ama yolcu yolunda gerek dedik ayrıldık.. Bu arada kimsede ingilizce yok hee ama bir şekilde anlaşıyoruz işte :)
Dönüş yolu çıkışa göre çok daha hızlı olsa da eve vardığımızda hava kararmak üzereydi. Yorgunluktan yığıldık hemen yatağa. Ertesi sabah çantaları toparlayıp yola çıktık. Hedef Nepal ama evdeyken bende hafiften başlayan mide bulantısı yürümeye başlar başlamaz iyice arttı. Bu halde perişan oluruz dedik ve doğru döndük yine eve :) Mideyi bozmuşum anlaşılan ama Coşkun'da bişey yok.. Vücudumda soteye yatmış olan mikroplar yorulunca atağa geçti heralde. Akşama doğru baktık geçeceği yok Coşkun'un Delhi'den kalan ilaçlarından attım bir tane. Sabah hiçbişey yokmuş gibi uyandım. Böylece iki gün rötarlı çıktık yola, şimdi istikamet Nepal!
Old Delhi'den kendimizi trene attık ve yaklaşık 8 saatte sabaha karşı Haldwani'deyiz.
Hava aydınlanmamış henüz, Arun'un yazdığına göre Kotabagh'a saat 8 de otobüs var. Üstümüze çullanan riksa ve taksicileri kovuşturduktan sonra Delhi'ye göre tertemiz ve modern olan istasyonda oturduğumuz yerde uyuya kaldık. Öyle tatlı uyumuşuz ki 7:30 da güneşin gözüme vurmasıyla uyandım birden. Toparlandık hemen, daha otobüs nerden kalkıyor onu bile bilmiyoruz!
Aceleyle çıktık istasyondan ve derdimizi zor da olsa anlattık bir riksacıya. Anladığını ve bizi otobüsün kalkacağı yere götüreceğini umarak önce çantaları yükleyip, üstüne de biz oturduk. Düşmemek için kasıyorum kendimi, bu kadar ağırlıkla nasıl pedal çeviriyor bu zapzayıf adam!? Zor hayatlar, çok zor..
Kılı kılına yetiştik otobüse. Şoför de yardımcı oldu, biraz sonra araç değiştirdik ve 2 saat sonra Kotabagh'tayız. Buradan taksiyle eve gidiyoruz, sonradan öğrendiğimiz kestirme patika yolu bilsek 20 dakikalık bir yürüyüşle eve varmak mümkün.
Geldik ama meğer Arun yeni yıl tatli için Goa'ya gitmiş. Yemekleri hazırlayan yardımcısı ve İngiliz bir çift dışında kimseler yok. Etrafımız yemyeşil, ev harika, hava açık, tertemiz.. Delhi'nin sisli, buğulu havasından eser yok! İngilizler'de istisnalar kaideyi bozmaz ama soğuk insanlar cidden. Gerçi bunlar daha ufacık, liseden mezun olmuşlar, üniversiteye başlamadan önce ailelerinin de desteğiyle yaklaşık 1 sene gezmeyi planlıyorlar. Ne güzel dimi? Biz çok geç kalmışız dedim ya bu yaştan edinecekleri öyle çok tecrübe olacak ki.. Bizim insanlarımızın genelinde o yaştaki çocuklar konsere gidecekse bile olay olur be!
Birkaç gün sonra yola çıktılar, biz de yeni yıla baş başa burada girip sonra Nepal'e devam etmeye karar verdik yani bu evde 1 hafta kadar kaldık.
Adamın yaptığı yemekler tek kelimeyle harikaydı, her gün yürüdük, doğanın güzelliğinin keyfini çıkarttık, olmazsa olmaz ormanda kaybolduk bir gün, inanılmaz güzellikte kuşlar gördük, köye indik, taze taze yoğurt bulduk ve bugüne kadar yediğimiz en leziz narları keşfettik..
Biraz yardım ettik çalışanlara, daha çok Coşkun:) Mevsim kış, yapılacak pek birşey yok, bazı ağır işler dışında.
Yani Phi Phi gibi bir eğlence adasından çıkıp yılbaşına sessiz sakin bu yerde bahçede yaktığımız ateşin başında patates közleyerek girdik.
Belki elli farklı çeşit kuş var burada, her gördüğümüz farklı, hepsi birbirinden güzel. Özellikle bolca gördüğümüz papağanlar.. Kuşlara ilgimizi çeken de Mabul adasında tanıştığımız başarılı bir kuş fotoğrafcısı ve psikoterapist olan Sevdal Ayger oldu. Uygun objektifimiz olmadığından iyi fotoğraflar olmasa da çeşitliliği göstermek adına ekliyorum bazılarını.
Yeşil Papağan |
King Fisher - Sanırım Kral Yalıçapkanı ? |
Tepeli Kuş? |
Cüce Baykuş |
Bir Tür Saksağan |
Bu da bir çeşit götü kalkık mıdır bilemedim :) |
Başta söylediğim gibi henüz köy merkezine giden patikadan haberimiz yok. Buluruz yolu bir şekilde deyip başladık yürümeye. Sonuç; tabii ki kimsenin girmediği saçma sapan yerler, terk edilmiş bir fabrika, basamakları olmayan bir merdivenin korkuluklarını kullanarak aşağıya inmeye çalışma, dallar ve dikenler arasında ilerlemeye çabası, tepemizde ağaçtan ağaca zıplayan koca maymunlar falan derken yolu bulduk sonunda ve köye vardık. Bu kadar enerji harcadıktan sonra öğle yemeği saatini de geçirdik tabi Coşkun'un şekeri düştü biraz. Hemen bişeyler atıştırdık ve köyde dolandık, zaten ufacık bir yer. Buralarda turist olmadığı için millet garipsiyor ne işi var bunların burada der gibi, görüş mesafelerinden çıkana kadar gözlerini ayırmadan bakıyorlar :) Selamlaşıyoruz, gülümsüyorlar. En güzeli de içinde bulundukları yokluğa rağmen içi gülen gözlerle bakan çocuklar.. Coşkun'un acil durum şekerlerinden dağıtıyoruz önümüze gelen çocuklara, sevinçleri öyle içten, öyle saf ki, tek bir şeker için böylesine mutlu olabilmek.. Çocuk olasım geliyor, oyunlarına katılasım geliyor böyle anlarda.
Sonraki gün taksinin bizi getirdiği yoldan yürüyelim bir de dedik, asfalt yol, 15 dakikada gelmiştik, aşağıya doğru 1 saatte ineriz en fazla diyoruz. Bu sefer sonuç; nasıl kaptırdıysak artık bir sonraki köye kadar yürümüşüz. Büyüük bir daire çizerek 4 saat sonra Kotabagh'a gelebildik:) Bilmeden çıkılan yolun ne kadar yorucu olabileceğini, yanlış yerlere çıkabileceğini tahmin edebiliyorsunuz ama yolda nelerle karşılaşacağınızı kesinlikle tahmin edemiyorsunuz, işte bizi böyle yürüyüşlere iten de bu sanırım. Sonunda çok yorulsak da mutlaka zevk almış oluyoruz.
Bu sefer de çok güzel ağaçlarla çevrili yollarda ilerledik ve en önemlisi yavru bir köpek bulduk. Gözleri yeni açılmış, dengeli şekilde yürüyemiyor bile ve annesi ortada yok belli ki acıkmış ve ağlıyordu bu minnak. Yanımızdaki bisküvileri ağzımda ezip verdim, yaladı yuttu ardı ardına, karnı doyunca da kıvrılıp uyudu kollarımda. Nasıl bırakıcam ben bu bebeği kollarımdan?! Gayet sağlıklı yüksek ihtimal annesi ilgileniyor ama ya gelmezse anası. Gerçi yanımıza alsak sınırdan geçiririz ama havaalanından imkansız, ayrılıcaz elbet bir yerlerde, daha zor olacak.. Bir saate yakın düşündük ve kalan bisküvileri ezmeden anası için bırakıp ertesi gün tekrar gelip kontrol etmeye karar verdik. Her şey olduğu gibi duruyosa alıcaz yavruyu.. Ertesi gün geldiğimiz de ne yavru, ne de bisküviler yerinde yok. Güzel, demek ki geldi annesi bisküvileri yedi ve başka bir yere taşıdı yavrusunu, yani umarım öyle olmuştur..
İşçilerden biri en yüksek tepeyi gösterip, orada tapınak var, yarın çıkacağız siz de gelin dedi yeni yılın ilk günü için. İyi o zaman erteleyelim bir gün daha yola çıkmayı dedik ve sabah erkenden 4 kişi yürüyüşe başladık. Doğa harika, yeşil insanı öyle dinlendiriyor, öyle huzur veriyor ki.. Şehirlerde, yüksek ve beton binalarda yaşamak kesinlikle doğamıza aykırı. İşte bunu farkedebilenler kaçmak istiyor büyük şehirlerden, artık eskisi gibi emekli olunca da değil, gençken.. Biz de İstanbul'u terkedip, daha yaşanabilir daha doğaya yakın bir yerler bulma hayalindeyiz ama New Delhi'yi gördükten sonra İstanbul'a haksızlık mı ediyoruz dedim. Delhi'de doğmuş, o karmaşada yaşıyor da olabilirdik.. Her neredeysen, oranın ve o anın keyfini çıkartmak lazım sadece. Yoksa mutlu olamaz insan, bunu çok iyi anladık. Şuan Goa'dayız. Burası sanki Hindistan dışında, apayrı bir yerde, öyle başka yani ve buraya gelene kadar uzuun yolları aştık, cidden berbat yerler ve olaylara şahit olduk. ( Bir sonraki yazı da anlatacağım ) Her şeye rağmen anı yaşamak en güzeli o yüzden belki de Hindistan'ın en boktan, kimsenin uğramadığı yerlerinde bile mutluyduk ve dilimizde hep aynı şarkı 'Hindistan yavaştaan kendini sevdirir! :) Cidden öyle!
Konumuza dönelim :) İlk molayı bizim Hintli'lerden birinin evinde verdik. Güzeller güzeli iki küçük kızı ve bir oğlu var, bir de keçileri :) Biz oradayken keçilerden biri doğurdu, kısa ve gerçekten büyülü bir an doğuma şahit olmak. Dönüşte aynı yerde mola verdik ve birkaç saat önce doğan keçi yavrusu koşturmaya başlamıştı bile, tek yaptığı ise önüne gelen şeyi emmeye çalışmak, her bebek gibi:)
Doğum |
Yeni Doğan Oğlak |
Yürümeye devam, daha yeni başladık! Köyleri geride bıraktık, daha bakir alanlardayız şimdi, ormana girdik..
Hindistan'da belki de en kolay bulabileceğiniz şey marijuana yani esrardır. Aamaya gerek yok o sizi bir şekilde bulur zaten, şehirde yada ormanda, hiç farketmez:)
Bizim tecrübeli Hint'liler yürürken kokusunu aldı önce ama görünen bişey yok, koklaya koklaya, yavaş yavaş kedi gibi ilerlediler ve ısırgan otlarının arasında büyümüş koca koca marijuana'larla karşılaştık. Koca bir kaç dalı indirdiler, dedim heralde en az bir ay idare eder bu adamları ama elinde yaprakları ovuşturarak özünü çıkarttı ve elinden kazıdığı sakız kıvamına gelen ottan çıka çıka 3-4 sarımlık çıktı. Manzaraya karşı oturduk, dinlendik biraz ve başladık tekrar yürümeye.
Bu arada Bri yada Bidi dedikleri ucuz bir sigara var, onun içini boşaltıp bunu dolduruyorlar. Bu sigara'dan Nepal'de de üretiliyor, Hindistan'da da. Paketleri ve üreten firmalar ( ki çok küçük firmalar çoğu ) birbirinden farklı. Sigara kullanan insanlar değiliz ama Nepal'de paketine vurulduğumuz bu sigaralardan almadan edemedik. Paket işte aşağıda. Bu nedir yahu, anlatılmak istenen nedir kalp içerisindeki bıyıklı amcayla:) ?
Efsane sigara paketi:) |
Neyse yürümeye devam derken küçükbaş sürüsüyle karşılaştık ve şanslıyız ki yavrulama dönemine denk gelmişiz. Bir sürü yavru oğlak etrafta koşturuyor nasıl da sevimliler ya aşk yaşadık resmen :)
Çobanlarla birlikte çayımızı da içtikten sonra, yola devam..
İnatçılıkta son nokta :p |
Beni çek beni çek!! |
Tapınağa vardık. Orada yaşayan, bayaa yaşlı ve insanların getirdikleriyle yaşamını devam ettiren ermiş görünümlü tapınak bekçisi, Hindu din adamımızla tanıştık. O kadar basit bir yaşamı var ki, bakıp düşüncelere dalmamak mümkün değil. Aslında ihtiyacımız olanın gerçekten fazlasına sahibiz hepimiz, hemde çok fazlasına.
Akordeon gibi bişey çaldı, şarkı söyledi ve kutusunda kalan son çayı da bizlerle paylaştı. Orada misafirler için ayrı bir yer yapmış, kalmamız için çok ısrar etti ama yolcu yolunda gerek dedik ayrıldık.. Bu arada kimsede ingilizce yok hee ama bir şekilde anlaşıyoruz işte :)
Dönüş yolu çıkışa göre çok daha hızlı olsa da eve vardığımızda hava kararmak üzereydi. Yorgunluktan yığıldık hemen yatağa. Ertesi sabah çantaları toparlayıp yola çıktık. Hedef Nepal ama evdeyken bende hafiften başlayan mide bulantısı yürümeye başlar başlamaz iyice arttı. Bu halde perişan oluruz dedik ve doğru döndük yine eve :) Mideyi bozmuşum anlaşılan ama Coşkun'da bişey yok.. Vücudumda soteye yatmış olan mikroplar yorulunca atağa geçti heralde. Akşama doğru baktık geçeceği yok Coşkun'un Delhi'den kalan ilaçlarından attım bir tane. Sabah hiçbişey yokmuş gibi uyandım. Böylece iki gün rötarlı çıktık yola, şimdi istikamet Nepal!
Harika ya, insan gıpta etmeden edemiyor. :) Cesaretinizden ötürü ayrıca tebrik emem lazım sanırım. Oğlakları görünce içim cız etti, ne işim var benim bu İstanbul'da dedim kendi kendime? :)) Size iyi yolculuklar, Allah kazadan beladan korusun.
YanıtlaSilÇook teşekkürler:) aynı şeyi biz de çok söyledik, dönünce de söylemeye devam edicez galiba..
YanıtlaSilBlogunuza sözlükten görüp geldim Hayatımda blog takip etmemiş insanım harbiden çok güzel bi gezi yapmışsınz :D daha ben ordan burdan az az okudum gerçi ya helal olsun size çok iyi karar vermişsiniz bu geziye çıkmakla yukarıdaki arkadaş gibi bende gıpta ettim ya maliyetide çok yüksek olmuş öyle yola çıkma cesaretiyle bitmiyo işte,resimler harika burda bi takipçiniz daha var bilin hani :D neyse coşkun reise selamlar :D Allah yolunuzu açık etsin
YanıtlaSilMerhaba Gökhan çook teşekkürler güzel mesajın için:) önce karar verip sonra amaca ulaşmak için çalışınca olmayacak bişey değil, yaşı da yok gezmenin, biz 5-6 senede biriktirdik işte bi araba parası ;)
SilRica ederim ne demek ben deneyimlerinizi paylaştığnız için teşekkür ederim asıl, sizhedefiniz koymuş gereken emeği harcamış bu yolculuğu sonuna kadar hak etmişsiniz cidden birikiminizi de çok güzel değerlendirmişsiniz :) şunu da söyleyim sizin gibi gezen gezi yazısı yazan daha birçok kişi vardır ama cidden bu blogda samimi bir dil, güzel bir anlatım var ne diyeyim alkışlar size :D
YanıtlaSilBöyle şeyler duymak çok güzel, mutlu oldum valla çok sağolun:)
Sil