Batum'a Girdik Derken Tiflis' deyiz!
Hopa'dan Sarp sınır kapısına giden dolmuştayken yanımızdakilerle muhabbete
başladık.
Batum hakkında pek ilgi çekici şeyler söylemediler, direkt Tiflis'e geçin
dedi hatta herkes.
Dolmuşta tanıştığımız Necmettin Amca, Batum-Artvin arasında mekik dokuyarak
yaşayan emekli bir adam. Evi Batum'da , Artvine ise hemen hemen hergün sadece
okey oynamak için gidiyor :) Necmettin Amca ile beraber hızlıca Batuma
girdikten sonra, Tiflis'e giden trene yetişmek için birlikte zorlu bir maratona
başladık.
Batum'dan sonra Ozurgeti'ye gidene kadar çevremizdeki manzara inanılmaz güzeldi. Bambu kamışından çaya kadar aklınıza gelebilecek her türlü meyve-sebze yetişiyor buralarda.
Batum'dan sonra Ozurgeti'ye gidene kadar çevremizdeki manzara inanılmaz güzeldi. Bambu kamışından çaya kadar aklınıza gelebilecek her türlü meyve-sebze yetişiyor buralarda.
Saat 20:00 de Ozurgeti'den kalkan treni, iki istasyon sonra ford transit
dolmuşu 5 Lari vererek ralli aracı gibi kullandırtan Necmettin Amca sayesinde
yakaladık.
Tren biletini Necmettin Amca'nın bir yakını almıştı bizim için. Kontol
sırasında pasaporttaki isim ile biletteki isim aynı olmadığı için problem yaşadık. Tekrar bilet almamız
gerektiğini söylediler. Bir sonraki istasyonda 28 Lari tutan 2 bilet için
ekstra 8 Lari alarak ismi düzelttiler. Yani 4. sınıf bile olmayan, sıradan bir
bilette bile isimin önemli olduğunu gördük.
12 saat süren yolculuktan sonra Tiflis Avlabari bölgesinde bulunan Tibilisi
Hosteli yaklaşık 1 saat süren arayış sonucunda bulduk. ( Bu Hosteli
Dilberdüzünde karşılaştığımız Çek dağcılar önermişti 15 lari ve fena değil diye
)
Cheap-Clean-Good yazıyor hosteli gösteren tabelalarda ama girmeden önce mutlaka pazarlık yapılması gerek. Yoksa bizim gibi 15 Lari yerine 25 Lari ödeyebilirsiniz. Çok rahat, aşırı salaş bir yer. Pek temiz olduğunu da düşünmüyorum ben ama kişiye göre değişiyor bu anlayış gördüğüm kadarıyla :) Hostele vardığımızda herkes uyuduğu ve yorgunluktan bayılmak üzere olduğumuz için gördüğümüz ilk yatağa yattık hemen. Yattığımız yer iki kişilik olduğu için özel oda parası aldılar sanırım. Herneyse ne olursa olsun önce konuşmak lazım dimi :)
2 gün kaldık Tiflis'de. Önce teleferikle kale, kilise ve botanik parkın
bulunduğu alana çıktık. Pek etkileyici bir şey yok buralarda. Botanik park
demişler ama bizim çocukluğumuzun geçtiği bakımsız bahçelerden hiçbir farkı
yok. Zaten nasıl becerdik bilmiyorum ama bahçeye girişi ararken çalıların
arasından geçtik, dolaştık biraz derken meğer içerideymişiz, ücretsiz girmişiz
haberimiz yok :) Beklentileri yüksek tutmamak lazım..
Şehrin ortasından Ardahan'dan doğarak Hazar denizine dökülen Kura Nehri
geçiyor.
Tiflis ana caddeleri çok geniş ve bakımlı. Rus döneminden kalan büyük ve
ihtişamlı binalar var. Arka sokaklarına girinceyse manzara değişiyor.
Sokak aralarında dolaşırken tesadüfen harika bir dondurmacı bulduk.
Tiblis'de bulunduğumuz süre boyunca çocuk gibi gidip gelip dondurma aldık ordan
:)
Akşam yemeği için Özbek restoranında meşhur Özbek pilavı yemeyi planladık.
Hostelden dışarı adımımızı atar atmaz yağmur çiselemeye başladı ve henüz yarı
yoldayken bardaktan boşalırcasına sağanak başladı. Herkes biryerlere sığındı.
Biz de insanların bişeyler içtiği biryerde bulduk kendimizi, açlıktan ölmek
üzere yağmurun dinmesini bekledik ama arttıkça arttı 10 dakika yağar diye
tahmin ettiğimiz sağanak yağmur aynı şiddette 2 saat yağdı! Yine her işte bir
hayır vardır dedik oturduk menü sorduk. Hiç bilmeden verdiğimiz sipariş sonunda
gelen yemeği çok keyif alarak yedik ( Harço ve Çakapuli ) Ertesi gün ise inat
edip gittiğimiz Özbek lokantası hem kazık ötesiydi hem de pilav kötüydü :/
Gün boyunca iphone a takılabilecek telefon hatti için Beeline ofisi aradık.
Heralde ( umarım ) hiçbir yerde sim kart alabilmek için bu kadar yer
dolaşmayız. Bir de ispirto! Hiçbir yerde yok. Eczane'den alkol satın almak
zorunda kaldık. Oldukça iyi yanıyor ama neredeyse 3 kat daha pahalıya geldi.
Hostel'de Gürcistan yolculuklarının son gününde olan Fransız çift
ellerindeki haritaları bize verdi ve
Mestia'ya gitmek üzere yola çıktık.
Mestia'ya Gidiyoruz Derken Borjomi'deyiz!
Metro ile Trenden indiğimiz yere ( Station Square ) geldik ve Mestia'ya
giden araçları arıyoruz. Az da olsa İngilizce yada Türkçe bilen yok anasını
satayım. Neyse işaretlerle bir şekilde anlaştık ve Mestia arabasının akşam,
belki de sabah 06:00 da kalkacağını öğrendik. Öğle saati orada beklemektense
Metro ile Didube istasyonuna giderek oradan Borjomi yada Mtseka'ya gideriz
dedik. Ve ilk kalkan araba Borjomi'ye olduğundan 3 saat sonra Borjomi'ye vardık
bile!
Burası turistik bir yer. 90 lı yıllarda Alman Hükümetinin desteği ile
Borjomi Mineral Water - National Park olarak ilan edilmiş. Rus Çarlığı ve
Sovyet döneminde de tatil yeri olarak kullanılıyormuş. Gerekli bilgi ve
haritaları ücretsiz olarak Turizm Information dan aldıktan sonra peşimize
takılan guesthouse dan başka kelime söyleyemeyen garip insanlardan kurtulup
akşam yemeği için Old Borjomi adlı restorana gittik. Kuzu etini kamyon lastiği
kıvamına getirebilen bir aşçıları var :) Ama domuz eti diye getirdikleri (ki bizce inek etiydi) yemek ve soğuk
çorbaları harikaydı.
Hostel aramak için çıktığımızda Georgi adında 10 yaşlarında bir çocuk
takıldı bu sefer peşimize. Bu durumdan pek hoşlanmasak da yine yolda
yakalandığımız sağanak yağmur yüzünden çocuğun peşinden gittik evine.
Kakhisi'ye Gidiyoruz Derken Yine Borjomi'deyiz!
Sabah taktık çantaları sırtımıza çıktık yola.
İlk olarak teleferikle National Park başlangıç noktasına vardık. Haritadan
seçtiğimiz hedef Kakhisi gölü. Burada rahat kamp yaparız.
Doğal kaynak suyu bölgesindeyiz, nasıl olsa her yerden su akıyordur diye
düşünen Coşkun yüzünden ısrarlarıma rağmen yanımıza 0.5 litre dışında su da
almadık.15 km yürüyerek Tori köyüne vardık ama 15 km boyunca sadece tek bir
noktada su vardı o da ormandan gelen bulanık bir suydu. Öyle susamıştık ki
içtik valla ve öğle yemeği için makarna da yaptık. Su çok önemli tedarikli
olmak şart! Bizim düştüğümüz hataya düşmeyin böyle bir yerde bile susuz
kalabiliyormuş insan:)
Orman içinde uzun ve sürekli tırmanış gerektiren bir
yolu ister istemez yavaş alıyorsunuz. Hele söz konusu ben olunca 20 adımda bir
nefes alabilmek için duruyorum napayım:)
Kaçkar'lara çıkarken bile bu kadar zorlanmamıştım, nem yüzünden belki
de.. Ama yolun güzel tarafları daha çok. Kuş sesleri, manzara, orman kokusu vee
dağ çilekleriiii!
Göle varmamıza 6 km vardı ama hava kararmak üzere ve vardığımız köyde kamp
yapacak alan da, su ve elektrik de yok! Otlar insan boyu, etrafta bir sürü
köpek havlıyor bize.. Az önce ayak bileklerimize kadar çamura batmışız ve kafamdan büyük bir ayı pençesi izi
görmüşüz, çook susamışız, acıkmışız, yorgunuz, berbat haldeyiz kısaca. 8 haneli
köyde en yakın evin önünden geçerken 8-10 yaşlarındaki bir çocuk ve babası
sandığımız adama boş su şişesini göstererek su istedik. Çocuk su kabını
doldurup getirene kadar, Türk olduğumuzu öğrenen ve biraz Türkçe bilen Vano
Amca bu akşam bizde uyuyacaksınız diyerek evine davet etti bizi :) Bu
insanlarla karşılaşmasaydık perişandı halimiz.
Eve yaklaşık 50 metre uzaklıkta olan bir kuyudan şişelerle taşıyorlar suyu.
Çamurlu ayaklarımızı ve kıyafetlerimizi yıkadık önce, daha doğrusu yıkadım. Bu
arada kaş ile göz arasında ayaklarını da yıkattı sonunda bana Coşkun :)
Ev sahibi Vano Amca, eşi Manana, torunları Luka ve onları ziyarete gelen,
uzun yıllar Türkiye'den Batum'a birlikte mal getirdikleri arkadaşları Manana ve
oğulları Edo ile Luka. Bizdeki Ali - Ayşe gibi bunlarda da Manana ve Luka var
heralde dedik :)
Birsürü domuzları, tavukları, bir tane de inekleri ve köpekleri var.
Aklınıza gelebilecek her türlü sebzeyi kendilerine yetecek kadar
yetiştiriyorlar. Bugüne kadar yemiş oluğum en lezzetli patatesler, yumurta,
kaymak, taze yeşillikler sabah akşam masalarında. Akşam yemeği, sabah
kahvaltısı, ellerinde ne varsa serdiler önümüze. Benzin ile çalıştırdıkları
jeneratör ile elektrik de sağladılar akşam 2 saat. Telefon ve foto makinesini
şarj ettik ve çocuklarla iskambil oynadık yatmadan önce.
Kahvaltı için meşhur Haçapuri'lerinden hazırladılar. Gül reçeli bize
yetişmedi ama harika kiraz reçellerinden yedik. Yolluk da koydular çantamıza
zorla :)
NE BAKTIN LA? |
Ertesi sabah bu yardımsever aile ile vedalaştıktan sonra göle doğru
yürüdüğümüzü zannederek tam tersi yöne 4 km yürüdüğümüzü otostop çektiğimiz
araca binince öğrendik! Bindik artık inmeyelim kısmette yokmuş, ( aslında
yazarın burada demek istediği; başlarım göle yeter 1 adım daha atamicam artık )
devam edelim her nereye gidiyorsan dedik :) Sonunda kendimizi yine Borjomi'de
bulduk :)
Biraz dolaşıp vakit geçirdikten sonra kamp yapabilmek için insanların
kaynak suyu aldığı park içinde sessiz sakin bir yer aramaya başlamıştık ki
bizimle aynı yöne yürüyen Kazakistan'dan gelmiş genç bir çocuk ile tanıştık.
İngilizcesi yok denecek kadar az ama anlaştık bir şekilde yüzme havuzu var dedi, valla süper olur dedik ve birlikte yürüdük. Sonunda karşımıza kıçı kırık, 2
metrekare kadar bir kükürtlü su leğeni çıktı :) İçinde de beyaz atletli göbekli
amcalar tepişiyor :) Hadi bize müsade kamp yapacak alan bulacağız daha dedik
ama biz geri yürürken arkamızdan swimming pool diye bağırıyordu hala, adam
taktı illa iki kulaç attıracak bize, tam iki kulaçlık yer zaten:)
Çadırı kurduktan sonra birileri gelip burada kamp yapazsınız der kesin diye
ağaçların arasında gözlerden uzak bir yere sakladık resmen çadırı. Hemen
uyumuşuz, akşam yemek bile yemedik. Sabah kuş sesleriyle uyandık.
Borjomi'den Mestia'ya Gidilir mi Gidilir!
Araç yok, buradan gidemezsiniz, Tiflis'e gitmeniz lazım.
Hadi ordan be! dedik, yani tek yol otostop!
Yüzden fazla araba geçti ama bizi alan yine bir tır oldu:) Gelirken bir
sürü Türk firmasına ait tır görmüştük ama Gürcü tır denk geldi ve bizi ana yola
kadar götürdü. Oradan ford transit tipi bir araca geçtik. Arkası tamamen kapalı
ve havasız. Bizden 5 dakika sonra 1 Fransız, 1 Rus ve 1 Kanada'lı daha girdi
yanımıza. Fıkra gibi olduk bir anda :) Çok tatlı, çok kafa insanlardı ama
havasızlığa en fazla 1 saat dayanabildim. Coşkun hadi biz inelim kusucam yoksa
dedim, durdurduk arabayı herkes yol kenarındaki çimlere attı kendini.. Biraz
Türkçe bilen şoför ve yanındaki arkadaşına siz devam edin ben dayanamıyorum
midem kötü dedim. Adamlar ne yapsa beğenirsiniz??
Bir tahta parçası bulup kapıyı aralık kalacak şekilde sıkıştırdılar ve
tamamen açılmasın diye kablolar ile ön tarafa bağladılar, yarım saat uğraştılar
rahat! Hep beraber bindik yine kasaya :) Yaklaşık 3 saat unutulmaz bir yolculuk
oldu..
Onlar Batum yönüne devam edecekleri için Zugdidi'ye giden yolda vedalaştık
ve bir otostop daha. Akşam 22:00 de Zugdidi'deyiz. Buradan Mestia yaklaşık 3-4
saat sürüyor ve sabah 10:00 da araba var. Otostop çok zor çünkü o yöne giden
araba yok denecek kadar az. Karanlıkta kamp yapacak bir yer ararken polis
durdurdu bizi. Buralar tekin değil kamp için dedi ve birkaç telefon görüşmesi
yaptıktan sonra bizi polis merkezi binasının yanına götürdü çadır kurmamız için
:) Sabah yine polis aracı ile Mestia minibüslerinin kalktığı yere bırakıldık.
Yalnız 'polis' yazdıkça midem bulanıyor ne hale geldik inanılır gibi
değil..
Şuan Mestia'da Nino Hostel'deyiz. Yolculuk sırasında çokça mola verildi.
Şoförün yanındaki arkadaşı İlk olarak kahvaltı yaptı ayak üstü 1 litre sek
votka eşliğinde. Arada Caş da 4 shot götürdü. 2 saat sora yine durduk biyerde 2.5
litre bira öldürdüler orda da.
Gürcistan'da neredeyse ayık gördüğümüz ilk
insanlar Tori Köyündeki aileydi. İlk ve son belki de :)
Yarın Mestia'yı keşfe çıkacağız ne kadar sürer bilmiyorum. Buradan sonra
Rusya'ya geçeceğiz yüksek ihtimalle. Fırsat buldukça yazıyorum ama fırsat
bulmak zor oluyor gerçekten. Bir sonraki yazıyı Rusya'da oluştururum heralde.
Tahminen 10 gün sonra ; )
Emine&Coşkun
:)))Büyük tebessümle okuyorum yazılarını:)gazi yazılarının secceside sen oldun sanırım emine:)10 gün çok uzun:(:)
YanıtlaSilÇok hoş. Bir kafkas gezisi benim de aklımda var ve ilham veriyor yazdıklarınız. Bu arada bilmiyorum çok fırsatınız oldu mu performansını denemeye ama teva sandaletlerinizden memnun musunuz?
YanıtlaSilSu ana kadar gordugumuz onlarca gezginin de ayaginda bulunan teva sandaletler sanirim sadece gezginler icin tasarlanmis ve superler. Tek sikintisi islak ve camurlu iken tirmanis yaparsaniz ayaginizi vuruyor. bu da cok anormal degil aslinda...
SilBaşladığınız tur kadar, bu detaylı anlatım ve güzel fotoğrafları paylaşmanız da saygıyı hak ediyor. Teşekkürler, merakla takip ediyorum :)
YanıtlaSilCeyhun
Cok te;ekkurler ;)
SilElinize saglik. Valla okurken yoruldum. :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler:)
Silİlham verdin bize, katkın büyük Demir Atlı Adam!
Keske Batum'u atlamasaydiniz
YanıtlaSilGürcistan iki adımlık yer. Geri dönmek için bahanemiz oldu.
YanıtlaSilÇok güzel anları yakalamışssınız .blogunuzu okuyunca gürcistan günlerim aklıma geldi.
YanıtlaSilhttp://meteormete.blogspot.com.tr/2012/12/mete-gurcistanda.html
Eyvallah. Geçtiğimiz yıl yol beni tekrar Gürcistana götürdü. Özellikle köyleri ve köylüleri muhteşem. Bloğunuzu da okudum. Yol her daim güzelliklerle dolu. Yolunuz açık olsun.
YanıtlaSilçok teşekkürler sizin gezinide bizim eksik kaldığını düşündüğüm bir yanı keşfettim. gürcistan kırsalına gidemedik çok istememize ragmen siz başarmışssınız.:)
YanıtlaSilEyvallah. Bir süre sonra farkediyor ki insan bütün şehirler birbirine benziyor. İnsanları ve davranış biçimleriyle birlikte. İnsanların ve binaların makyajsız hali kırsalda. Biz de farkettik ki makyajlı şeyler öyle çok da çekici değil.
Sil