Facebok

7 Mayıs 2014 Çarşamba

İRAN - TAHRAN'DA NEVRUZ

Mumbai'de Holi festivali ile Hindistan'a veda edip Tahran'a uçuyoruz ve burada da Nevruz kutlamaları karşılıyor bizi:) Couchsurfing'den kalacağımız arkadaşı ayarlamıştık, Ahad. Nevruz dönemi evde kalan nadir insanlardan, normalde çok kolay ama bu 15 günlük tatilde herkes gezdiği için CS konusunda şanslıyız. Ahad ile denk geldiğimiz içinse çok çok daha şanslıyız..
Uçağa geçerken (Kuveyt Airlines) pilotu gördük, selamlaştık. İran'a devam edeceğimizi söyleyince, ne işiniz var İran'da, gezmek istiyosanız İstanbul'a gidin falan demeye başladı adam. Yahu pilot olmuşsun ama adam olamamışsın! diyemedik tabi.. Hiç mi merak etmezsin, hadi etmiyorsun edene de sanki biliyormuş gibi ön yargılarınla beslediğin fikirlerinden bahsediyorsun..
Neyse indik Tahran'a. Havalimanında biri uyarana kadar bekleyeyim bakalım belki yabancılara zorunluluk yoktur diye umuyordum ama pasaport kontrol noktasında başımı örtmem söylendi.


 
Gelir gelmez baskıcı yönetim kendini hissettiriyor. Bankamatik kartımızı kullanamıyoruz. Visa, access, master hiç biri İran'da kullanılamıyor. Önceden araştırma da yapmadığımız için para çekmeye çalışırken öğrendik, cebimizde 20 dolar ile kaldık ortada! Her yer de kapalı tatil sebebiyle. İyi ki acil durumlar için yanımıza aldığımız iki cumhuriyet altını vardı:) Var ama bozdurabileceğimiz her yer kapalı 1 hafta boyunca.. Neyse 20 doları bozduk havalimanında, atladık taksiye Ahad'ın evine yollandık, 2 saatlik yol için 30 tl gibi bir para verdik. Tahran'ın bir ucundan diğer ucuna 30 liracık :) Iran'a hazırlık için en iyi yerden başlamış olduk. Hem de en iyi zamanda. Bir şehri, ülkeyi anlamak için o şehrin ritmini yakalamanız gerekir. Sesler, tavırlar ve aşırılıklar oranın gerçeğini size apaçık gösterir. Festivaller en iyi yoldur. Mesela İstanbul'da böyle halkın tamamının katıldığı hiç bir festival yok, bizce her haziran ayı Gezi Parkı Festivali olarak kutlanmalı ki gerçek İstanbul'u bütün dünya tanısın. 
Çarşamba günü girdiğimiz İran'da yılbaşı tatilinin başladığı ilk güne denk geldik. Ahad akşam olmadan taksiyle eve gelmemiz gerektiğini, sokakların özellikle bu ilk gün tehlikeli, 30 sene önce Nevruz çok farklıydı, herkes ayrım olmaksızın bir araya gelir, dans eder, ateşler yakılır yeni yılın ve baharın ilk günü hep birlikte eğlenerek kutlanırdı, şimdi neredeyse gülmek bile yasak dedi.. Biz de dosdoğru eve gittik, zaten hastaydık güzelce dinlendik ertesi akşam ki ev partisine kadar..
Geldiğimiz günün akşamı her yer savaş meydanı gibiydi. Erkekler dışarıda, kadınlar arabalarda, istisnasız her yerde havai fişekler, torpiller, kız kaçıranlar, ateşler, ateşler ve ateşler.. Bütün İran iplerini koparmış çığlık çığlığa hoş geldin diyor:)
İkinci gün Ahad'ın evinin bahçesini sabahtan çarşaflarla ve bambularla kapattık. Ortasında ateş yakılabilecek bir parti alanı yarattık. Bu kadar baskının içinde içimizdeki kuşu uçurabilecek bir alanımız vardı artık. Akşamı Ahad'ın arkadaşları gelmeye başladı. Hepsi birbirinden iyi ve açık yürekli, sevgi dolu, sıcacık insanlar ile kucaklaştık. Dün Hindistan'da Hapy Holi diyorduk, bu gün burada mutlu yıllar diliyoruz... Hayat aslında bir bayram ama bunu birbirimize zehir etmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Özellikle devlet denen zulüm merkezi insanlığın güzel, iyi ve gerçek dediği her şeyi engelliyor ve yasaklıyor.



























Burada çok ilginç bir şey oldu. Macit diye bir arkadaş ile tanıştık. Geçen hafta İstanbul'a gitmiş, gezmiş, bir kaç fotoğraf göstermek için bilgisayarını açtı. CS'den evinde kaldığı bir Türk'ün Macit'e verdiği müzikleri de bizim bilgisayara aktardık bayaadır dinlemedik bizden bişeyler diye ama nedir, kimdir hiç bakmadık direkt kopyaladık..  Ertesi sabah dosyayı açtığımızda Hare Krishna mantrası çıkmasın mı! Hindistan'da önce Chris sonra Kevin'dan duyduğumuz bu insanı etkisi altına alan, resmen mutluluk hormonu salgılatan müzik dönüp dolaşıp karşımıza çıkıyor, şimdi de İran'da, hem de böyle bir tesadüfle, inanılmaz.. Yere uzandık, gözlerimizi kapatıp bıraktık kendimizi tamamen, bu mantrayı dinleyip geçemezsin, taa içinde hissediyorsun, yaşıyorsun ve ona dönüşüyorsun.. Bambaşka bir aleme götürüyor seni hissedebilirsen güzelliğini ve aynı anda kendi içindeki güzelliği, iyiliği..
Evde bir 'santur' var  ve anladık ki santur Coşkun'un müzik aletiymiş. Hiç çalmayı bilmemesine rağmen bu enstrümanla kendini buldu ve harika sesler çıkartmayı başardı. Zaten santur öyle bir alet ki kendi kendine saçma sapan bir şekilde vursan bile insanı mest eden sesler çıkıyor, ya da bize öyle geliyor :)  Cidden bu alet sihir kutusu gibi.. 



Yine aynı akşam Muhammed Rıza diye bir arkadaş ile de ertesi gün birlikte Afganistan sınırındaki  Lut çölüne gitmek üzere anlaşıyorduk ki Ahad uyardı, gitmeyin, risk almayın tehlikeli olabilir diye.. Bizim de yumuşak günümüze geldi sanırım, özellikle Coşkun bişey olmaz derdi normalde ama neyse gitmeyelim dedik, mevsim tam güneye inme zamanı bir de, Bandarabbas'a geçeceğiz biz dedik. 
Ertesi gün etrafı dolaşalım biraz diye çıktık evden, Tahran cidden boktanlığın ötesinde olan, renksiz, berbat bir şekilde yapılanmış bir şehir. Şimdiye kadar gezdiğimiz onlarca şehir arasında Malezya'nın Semporna şehrinden sonraki en kötü ikinci şehir diyebiliriz. Zaten Newroz dolayısı ile her yer kapalıydı. Bulabildiğimiz tek yemek fasfood oldu. Tam da vejeteryan deneyimimize uygun bir başlangıç:( Neyse ekmek arası ketçap yiyerek Tahran'ın bir günlük dolaşmasını tamamladık. Toplu taşımada Türkiye'yi örnek almış mal bir yönetimden bahsediyoruz. Ufacık bir metro ağları ve bir de metrobüs hatları var. Aynı bizdeki gibi millet birbirini ezerek biniyor buna. Kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde duruyor. Kadının yaşama katılma oranı bizdekinden biraz fazla olsa da metrobüste erkek tarafı kadın tarafından beş kat daha kalabalık. İçeri bir şekilde girseniz bile nefes almak büyük bir şans. Demek ki bu coğrafyanın kaderi bu şekilde rezil gibi toplu taşımalar. Hindistan buralardan bin kat daha iyiydi. 



Eve geldiğimizde kendimizi yatağa zor attık. Bu şehir hengamesi bize hiç iyi gelmedi. Uyandığımızda evde iki misafir daha vardı. Kanada'lı bir çocuk ve Alp :) Güzel tesadüfler oluyor hep bu aralar.. Bu arada Ahad eski bir rehber ve bu konuda ülkenin öncülerinden olduğu için İran'da nereler gezilip görülmeli, nereye nasıl gidilir, harika bir şekilde açıkladı. Altını tatil yüzünden bozduramadığımız için Ahad'a verdik. O bizim için tatil bittiğinde bozdurup, kendi hesabına yatıracak. Biz de onun bankamatik kartını kullanarak paraya ulaşacağız. Bayram dolayısıyla Ahad ile birlikte ana babasının peşinde misafirlikten misafirliğe dolaşan çocuklara döndük ve şeker, çikolata, tatlı yemekten fenalıklar geldi.

Haft Sin ( S harfi ile başlayan 7 yiyecek )



Ahad'la karşılaştığımız için çok şanslıyız. Şimdiye kadar ki İran deneyimimize dayanarak diyebilirim ki İran'da insandan başka çok da fazla mutlaka görülmesi gereken bir şeyler yok. Buradaki gerçek güzellik İranlı insanlar, Persler. Ancak nasıl oluyor da bu kadar iyi insanlar bu kadar boktan bir şekilde yönetiliyor? Bakalım bunu anlayabilecek miyiz..
Mevsim dolayısıyla ilk önce ülkenin en güneyinden başlamaya karar verdik. Hedef Bandarabbas şehri. Otobüs terminaline gitmek için Alp ile birlikte yola çıktık. Hazır buraya gelmişken bir kaç saray gezelim dedik ama sarayın kapısında turistler için 15 kat fazla para istendiğini öğrenince Ahad'dan aldığımız borçla geçinmekte olduğumuzdan anında vazgeçtik. Alp ile vedalaştık ve otobüs terminaline doğru yollandık.



CS kullanmak burada çok rahat ve zaten konukseverlikte en üst seviyede bulunan ülkede yoldan birine selam verseniz sizi misafir eder.. Bandarabbas'da Mohammad bizi karşılayacak, öncesindeyse 22 saatlik kısa bir otobüs yolculuğu bizi bekliyor ;)

Emine&Coşkun

2 yorum :

  1. takipteyiz, kaybolmadık :)

    Ebru

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaybolmayın, asıl macera Türkiye'ye girince başlıyor;)

      Sil