Van merkezden Erciş'e giden bir minibüsle ayrıldık, Erciş'e varmadan yol kenarında 'Balık Bendi' diye geçen meşhur İnci Kefali'nin göçünün seyredildiği ve festival düzenlenen yerde çadır kurduk. Mevsim henüz erkendi biz oradayken, festival ve seyir mayıs sonu, haziran başı gibi gerçekleşiyor.
Ekmek lazım, bekçilere sorduk, Erciş merkez 3 km uzaklıkta.. O zaman otostop zamanı dedik ve durdu hemen bir araba. İşte Abdullah ile böyle tanıştık..
Bazen burada, bazen İstanbul'da inşaat işleriyle uğraşıyor ve bugünlerde babasının hastalığı yüzünden Erciş'in Köycük köyünde. Yarın gelip sizi alırım, köye gideriz, bende bir at var ikinci atı da, her türlü malzemesini de ayarlarım ben mutlaka, bırakmam sizi diyor. Biz de heycanlandık tabi, olacak bu iş galiba:)
Ertesi gün çadırı topladık ve Erciş merkeze gittik. Şöyle bir dolaştık. Kapağı atacak bir yerler aradık. Kafe Şahane diye bir yere oturduk. Hemen İç Anadolulu sarıyağız bir adam geldi ve bütün güler yüzü ve samimiyetiyle merhaba dedi. Osman Abi.. Bu adamı nasıl anlatayım, nereden başlıyayım bilmiyorum. Feleğin çemberinde tur bindirmiş bir adam. Bir sebepten Erciş'e gelmiş ve bu kafede işletmeci olarak çalışıyor. Konuşmamızın ikinci dakikasında evinin anahtarını verdi ve buyurun gidin dinlenin dedi. Adam insan sarrafı. Konuşmaya gerek yok ki böyleleri ile. Biz anlattık o dinledi, o anlattı biz dinledik.. Sonra Abdullah aradı, ben merkezdeyim köye gidelim hadi diye. Tamam. Bu günlük veda ediyoruz Osman Abimize ve halk arasında bilinen adı Kerh, tabela ve kağıt üzerindeki adıyla Köycük köyündeyiz.
Buralarda her şeyin iki adı var. Biri devlet dairelerinde kağıt üzerinde, diğeri ise halkın asırlardır kendi aralarında kullandığı şekli ile. Çocuklar evde başka, okulda başka anılıyorlar.. Ertesi gün gece örtüsünü kaldırıp güneşi karşıladığında evin önündeki çayırda bundan sonra bize yoldaşlık edecek olan Düldül ve köy ahalisi ile tanıştık. Düldül bize hiç yüz vermedi. Güçlü hayvanlarla karşılaştığınızda ilk yaptıkları şey bütün güçleri ile size karşı koymaktır. Ama kararlı hareket edip onun gücünün farkında olduğunuzu hissettirerek yaklaştığınızda sizi anlar ve kabul ederler.
Köy ahalisi ise bambaşka bir alemdi. Yan komşunun ilk sorusu 'altın bulmaya mı geldiniz?' oldu. Ne altını yahu demeye kalmadan neredeymiş, haritalarınız var mı demeye başladı :) Gariptir buralarda istisnasız her yerde hazine avcılığı merakı var. Karşılaştığımız hemen hemen herkes aynı muhabbetin yolunu açıyor. Sürekli bir define hikayesine geliyor konu :)
İlk atımız Abdullah'ın küçük kardeşi Mıstık'a ait. Onu alalım diye can atıyor, her bildiğini, huyunu suyunu, nasıl davranılması gerektiğini anlatıyor bize daha 11 yaşında olan Mıstık :) Düldül asi ve inatçı ama Coşkun onun üstesinden gelir diye umuyor ve benim için uysal mı uysal bir at aramaya devam ediyoruz. 1500 liradan aşağı fiyat söyleyen yok.. Bu arada bize destek verebilme ihtimalleri için binicilik kulüplerine ve bazı markalara mail gönderiyorum ama hiç olumlu yanıt yok.. Sadece İzmir Atlı Spor Binicilik İhtisas Kulübünden Adnan Tokdemir aradı, maddi destek verme imkanları olmasa da kayıtsız kalmak istemediğini ve en azından problem ve sorularımız olduğunda iletişim kurabileceğimizi, ayrıca Anadolu atlarının Arap atı gibi heybetli olmamasına rağmen güçlü ve dayanıklı hayvanlar olduğunu söyleyerek moralimizi düzeltti biraz sağolsun..
Bir erkek at getirdi Abdullah. Çok uysal diye göndermişler ama hayvanın yanına yaklaşılmıyor! Üzerine elini koyunca bile tekmelemeye başlıyor. Bir ayağı da hafif sakat ve aksi. Dedim yandık. Bu atı kendi mekanında görünce koşarak geldi bizim Düldül ve bir güzel dövdü, zor kaçırdık :) Köydeki gençlerden Vefa ( şimdi İzmir Foça'da asker ) elinde sopa ile geldi. Bu kendine el sürdürmeyen ata her çiftesinde bir sopa atarak üzerine binmeyi başardı. Sonra Coşkun'da bindi ama böyle sopalaya sopalaya devam edemem ki ben, içim el vermiyor, bize hazır sopalanmışı lazım:) Bütün umudumuz kırıldı. Binilebilecek gibi güçlü ve at gibi atlar çok pahalı. Ucuz olanlar ise ya vahşi ya da sakat, bakımsız.. Vazgeçsek mi yoksa inat etsek mi arada kaldık.. Köyde zaman geçiriyoruz, çocuklarla oynuyoruz, kenger denen devedikeni diye bildiğimiz bitkinin körpe halinin saplarını toplamaya gidiyoruz, yaylalara çıkıyoruz derken günler geçiyor köyde...
Erciş'e de uğrayalım dedik, kalacak yerimiz de var, hem internet bulur blog yazılarıyla ilgileniriz, hem de biraz gezeriz diye. Osman Abi'nin yerinde tanıştığımız arkadaşlarla Muradiye şelalesine kadar gittik. Sami ve Barış Abi ile Muradiye Belediye başkanını tebrik ettik. Dönerken gördüğümüz trafik kazası da tuz biber oldu, ikinci at da yok ortada zaten vazgeçmeliyiz galiba bu işten dedik ve akşam Osman Abi ile birlikte güzel bir rakı sofrası hazırladık. Ve anlatmaya başladı Osman Abi başında geçenleri, film gibi.. Dedesinin bıraktığı miras ile henüz 18 yaşındayken köşeyi dönmüş ve aklınıza gelebilecek her türlü yöntemle bir güzel yemiş paraları. Başından kötü bir evlilik geçmiş, köprü altlarında kadar götürmüş kaderi.. Babası gelip Ankara'ya getirmiş tekrar. Sonra ülke tarihinin en büyük dolandırıcılık olaylarından birinin içinde tınının tını olarak bulmuş kendisini. Sadece getir-götür işleri yapmasına rağmen rağbet edilmeyen hediye ve içkilerden yolunu bulmuş bu sefer de:) Gürcistan ve Kıbrıs'ta da önce katlayıp sonra da tüketmiş yine paraları. Daha neleer neler, tam filmlik yemin ediyorum da anlat anlat bitmez : ) Harika vakit geçirdik sağolsun, bir senenin özlemini hem muhabbeti hem rakı sofrasıyla misliyle giderdik yani sayesinde :)
Ertesi gün Abdullah aradı uysal bir at buldum, hemen gelin diye!
Gittiğimizde gözlerimize inanamadık. Zayıf mı zayıf ve bildiğin köpek gibi kıllı bir kısrak. At demeye bin şahit gerek diyim siz anlayın ama tam aradığımız gibi uysal. Kış boyunca çok bakımsız kalmış, soğuktan korunmak için kılları uzamış ve sırtında geçmiş gibi duran bir yarası var.. Neyse biraz yem ve arpa aldık, bakıma çektik bir hafta kadar. Düldül ile de iyi anlaştılar, gelir gelmez çiftleştiler zaten:) Köy ve çevresinde gezindik, at binme antremanları yaptık, çoğunlukla da yağmur yüzünden evden çıkamadık çocuklar ve Abdullah ile iyi bol kağıt oynadık :)
Bir haftanın sonunda oradaki köylülerin bildiği kadarıyla atların nalları hariç tüm hazırlıkları ve malzemeleri tamamlandı. Herkesle vedalaştık, 4 Mayıs 2014'de şimdi yazarken bile inanamıyorum ama cidden, bir erkek bir dişi at ve sırtçantalarımız ile birlikte çıkıyoruz yola :) Otostop çekip de tanışacağımız birinin bizimle günlerce ilgilenip sonunda atlarla birlikte uğurlayacağı aklımızın ucundan geçmezdi! Abdullah kardeşimize ne kadar teşekkür etsek az! Yoldaşlarımızla ilk günler nasıl geçecek, ilerleyebilecekmiyiz ve bu şekilde devam edebilecek gücü bulabilecekmiyiz kendimizde, henüz hiç bir fikrimiz yok!
Ve yarın 31 Mayıs.. Bir sürü insanın ölümü ile sonuçlanan bir milletin uyanış hikayesinin başlangıcı. Bizim yolculuğumuzda atlarımızın sırtında orada ölenlerin ağırlıkları da var. Bu geziyi Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik, Mustafa Sarı ve Berkin Elvan'a, Roboski ve Rojova'da, Soma'da, Madımak'da, saymaya başlayınca bitmek bilmeyen devlet ve maşaları tarafından öldürülenlere de adıyoruz.
İnsanlarımızdan; doğamıza, hayvanlarımıza, topraklarımıza, sularımıza, denizlerimize, okyanuslarımıza, sağlığımıza, genlerimize, doğmamış çocuklarımıza, yaşamımıza, inançlarımıza, farklılıklarımıza, düşüncelerimize, gelecek nesillerimize ve gelecek günlerimize kadar her şeyi katleden, öldüren ve sömüren anlayışın sonuna kadar karşısındayız!
Emine&Coşkun
Ekmek lazım, bekçilere sorduk, Erciş merkez 3 km uzaklıkta.. O zaman otostop zamanı dedik ve durdu hemen bir araba. İşte Abdullah ile böyle tanıştık..
Bazen burada, bazen İstanbul'da inşaat işleriyle uğraşıyor ve bugünlerde babasının hastalığı yüzünden Erciş'in Köycük köyünde. Yarın gelip sizi alırım, köye gideriz, bende bir at var ikinci atı da, her türlü malzemesini de ayarlarım ben mutlaka, bırakmam sizi diyor. Biz de heycanlandık tabi, olacak bu iş galiba:)
Ertesi gün çadırı topladık ve Erciş merkeze gittik. Şöyle bir dolaştık. Kapağı atacak bir yerler aradık. Kafe Şahane diye bir yere oturduk. Hemen İç Anadolulu sarıyağız bir adam geldi ve bütün güler yüzü ve samimiyetiyle merhaba dedi. Osman Abi.. Bu adamı nasıl anlatayım, nereden başlıyayım bilmiyorum. Feleğin çemberinde tur bindirmiş bir adam. Bir sebepten Erciş'e gelmiş ve bu kafede işletmeci olarak çalışıyor. Konuşmamızın ikinci dakikasında evinin anahtarını verdi ve buyurun gidin dinlenin dedi. Adam insan sarrafı. Konuşmaya gerek yok ki böyleleri ile. Biz anlattık o dinledi, o anlattı biz dinledik.. Sonra Abdullah aradı, ben merkezdeyim köye gidelim hadi diye. Tamam. Bu günlük veda ediyoruz Osman Abimize ve halk arasında bilinen adı Kerh, tabela ve kağıt üzerindeki adıyla Köycük köyündeyiz.
Buralarda her şeyin iki adı var. Biri devlet dairelerinde kağıt üzerinde, diğeri ise halkın asırlardır kendi aralarında kullandığı şekli ile. Çocuklar evde başka, okulda başka anılıyorlar.. Ertesi gün gece örtüsünü kaldırıp güneşi karşıladığında evin önündeki çayırda bundan sonra bize yoldaşlık edecek olan Düldül ve köy ahalisi ile tanıştık. Düldül bize hiç yüz vermedi. Güçlü hayvanlarla karşılaştığınızda ilk yaptıkları şey bütün güçleri ile size karşı koymaktır. Ama kararlı hareket edip onun gücünün farkında olduğunuzu hissettirerek yaklaştığınızda sizi anlar ve kabul ederler.
Köy ahalisi ise bambaşka bir alemdi. Yan komşunun ilk sorusu 'altın bulmaya mı geldiniz?' oldu. Ne altını yahu demeye kalmadan neredeymiş, haritalarınız var mı demeye başladı :) Gariptir buralarda istisnasız her yerde hazine avcılığı merakı var. Karşılaştığımız hemen hemen herkes aynı muhabbetin yolunu açıyor. Sürekli bir define hikayesine geliyor konu :)
İlk atımız Abdullah'ın küçük kardeşi Mıstık'a ait. Onu alalım diye can atıyor, her bildiğini, huyunu suyunu, nasıl davranılması gerektiğini anlatıyor bize daha 11 yaşında olan Mıstık :) Düldül asi ve inatçı ama Coşkun onun üstesinden gelir diye umuyor ve benim için uysal mı uysal bir at aramaya devam ediyoruz. 1500 liradan aşağı fiyat söyleyen yok.. Bu arada bize destek verebilme ihtimalleri için binicilik kulüplerine ve bazı markalara mail gönderiyorum ama hiç olumlu yanıt yok.. Sadece İzmir Atlı Spor Binicilik İhtisas Kulübünden Adnan Tokdemir aradı, maddi destek verme imkanları olmasa da kayıtsız kalmak istemediğini ve en azından problem ve sorularımız olduğunda iletişim kurabileceğimizi, ayrıca Anadolu atlarının Arap atı gibi heybetli olmamasına rağmen güçlü ve dayanıklı hayvanlar olduğunu söyleyerek moralimizi düzeltti biraz sağolsun..
Bir erkek at getirdi Abdullah. Çok uysal diye göndermişler ama hayvanın yanına yaklaşılmıyor! Üzerine elini koyunca bile tekmelemeye başlıyor. Bir ayağı da hafif sakat ve aksi. Dedim yandık. Bu atı kendi mekanında görünce koşarak geldi bizim Düldül ve bir güzel dövdü, zor kaçırdık :) Köydeki gençlerden Vefa ( şimdi İzmir Foça'da asker ) elinde sopa ile geldi. Bu kendine el sürdürmeyen ata her çiftesinde bir sopa atarak üzerine binmeyi başardı. Sonra Coşkun'da bindi ama böyle sopalaya sopalaya devam edemem ki ben, içim el vermiyor, bize hazır sopalanmışı lazım:) Bütün umudumuz kırıldı. Binilebilecek gibi güçlü ve at gibi atlar çok pahalı. Ucuz olanlar ise ya vahşi ya da sakat, bakımsız.. Vazgeçsek mi yoksa inat etsek mi arada kaldık.. Köyde zaman geçiriyoruz, çocuklarla oynuyoruz, kenger denen devedikeni diye bildiğimiz bitkinin körpe halinin saplarını toplamaya gidiyoruz, yaylalara çıkıyoruz derken günler geçiyor köyde...
Anaaam vallahi kodumu oturtur :) |
Kenger |
23 Nisan'dan :) |
Anneden habersiz, gizlice sokulur eve yavrular :) |
Tandır Ekmeği hazırlanıyor |
Tandır |
Tandırda ve kışın sobalarda yakacak olarak kullanılan tezekler |
Erciş'e de uğrayalım dedik, kalacak yerimiz de var, hem internet bulur blog yazılarıyla ilgileniriz, hem de biraz gezeriz diye. Osman Abi'nin yerinde tanıştığımız arkadaşlarla Muradiye şelalesine kadar gittik. Sami ve Barış Abi ile Muradiye Belediye başkanını tebrik ettik. Dönerken gördüğümüz trafik kazası da tuz biber oldu, ikinci at da yok ortada zaten vazgeçmeliyiz galiba bu işten dedik ve akşam Osman Abi ile birlikte güzel bir rakı sofrası hazırladık. Ve anlatmaya başladı Osman Abi başında geçenleri, film gibi.. Dedesinin bıraktığı miras ile henüz 18 yaşındayken köşeyi dönmüş ve aklınıza gelebilecek her türlü yöntemle bir güzel yemiş paraları. Başından kötü bir evlilik geçmiş, köprü altlarında kadar götürmüş kaderi.. Babası gelip Ankara'ya getirmiş tekrar. Sonra ülke tarihinin en büyük dolandırıcılık olaylarından birinin içinde tınının tını olarak bulmuş kendisini. Sadece getir-götür işleri yapmasına rağmen rağbet edilmeyen hediye ve içkilerden yolunu bulmuş bu sefer de:) Gürcistan ve Kıbrıs'ta da önce katlayıp sonra da tüketmiş yine paraları. Daha neleer neler, tam filmlik yemin ediyorum da anlat anlat bitmez : ) Harika vakit geçirdik sağolsun, bir senenin özlemini hem muhabbeti hem rakı sofrasıyla misliyle giderdik yani sayesinde :)
Ertesi gün Abdullah aradı uysal bir at buldum, hemen gelin diye!
Gittiğimizde gözlerimize inanamadık. Zayıf mı zayıf ve bildiğin köpek gibi kıllı bir kısrak. At demeye bin şahit gerek diyim siz anlayın ama tam aradığımız gibi uysal. Kış boyunca çok bakımsız kalmış, soğuktan korunmak için kılları uzamış ve sırtında geçmiş gibi duran bir yarası var.. Neyse biraz yem ve arpa aldık, bakıma çektik bir hafta kadar. Düldül ile de iyi anlaştılar, gelir gelmez çiftleştiler zaten:) Köy ve çevresinde gezindik, at binme antremanları yaptık, çoğunlukla da yağmur yüzünden evden çıkamadık çocuklar ve Abdullah ile iyi bol kağıt oynadık :)
İşte bizim zavallı ikinci atımız |
Bir haftanın sonunda oradaki köylülerin bildiği kadarıyla atların nalları hariç tüm hazırlıkları ve malzemeleri tamamlandı. Herkesle vedalaştık, 4 Mayıs 2014'de şimdi yazarken bile inanamıyorum ama cidden, bir erkek bir dişi at ve sırtçantalarımız ile birlikte çıkıyoruz yola :) Otostop çekip de tanışacağımız birinin bizimle günlerce ilgilenip sonunda atlarla birlikte uğurlayacağı aklımızın ucundan geçmezdi! Abdullah kardeşimize ne kadar teşekkür etsek az! Yoldaşlarımızla ilk günler nasıl geçecek, ilerleyebilecekmiyiz ve bu şekilde devam edebilecek gücü bulabilecekmiyiz kendimizde, henüz hiç bir fikrimiz yok!
Ve yarın 31 Mayıs.. Bir sürü insanın ölümü ile sonuçlanan bir milletin uyanış hikayesinin başlangıcı. Bizim yolculuğumuzda atlarımızın sırtında orada ölenlerin ağırlıkları da var. Bu geziyi Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik, Mustafa Sarı ve Berkin Elvan'a, Roboski ve Rojova'da, Soma'da, Madımak'da, saymaya başlayınca bitmek bilmeyen devlet ve maşaları tarafından öldürülenlere de adıyoruz.
İnsanlarımızdan; doğamıza, hayvanlarımıza, topraklarımıza, sularımıza, denizlerimize, okyanuslarımıza, sağlığımıza, genlerimize, doğmamış çocuklarımıza, yaşamımıza, inançlarımıza, farklılıklarımıza, düşüncelerimize, gelecek nesillerimize ve gelecek günlerimize kadar her şeyi katleden, öldüren ve sömüren anlayışın sonuna kadar karşısındayız!
Emine&Coşkun
Tek kelime ile mukemmel bir yil gecirmissiniz.ne mutlu size.darisi basimiza
YanıtlaSilTeşekkürler. Sizi engelleyen tek şey yine sizsiniz. Unutmayın!
Silmerakla bekliyoruz güncellemeyi, fotoğraf-mesaj paylaştığınız sosyal medya hesabı var mı?
YanıtlaSilceyhun
Evet var.
YanıtlaSilFacebook: Emine Alkaya Kıraç
Instegram: @bizeherguntatil
Ben balkanlardayim.bu tarafa gelirseniz ilerde,sizlerle tanismayi cok isterim.insallah bu geziniz bitince siteyi unutmazsiniz.
YanıtlaSilUmarım geliriz o taraflara da, unutmayız ;)
Sil