Yalnız çok geride kaldı blog, şuan Malezya'dayız :O
Neyse hemen güney Tayland'ı da yayınlicam kimse kızmasın, eleştirmesin lütfen:)
Öncelikle Bangkok'da Hindistan vizesi için başvuruda bulunduk ve enteresan bir şekilde 1 hafta sonra sonuçlanır dediler. Niye enteresan falan demeyin arkadaş, belki Türkiye'den başvuru için normaldir ama buralarda normal olan yani beklentimiz en fazla 3 gündü. Söylediğimiz insanlar da şaşırdı zaten, Hindistan vizesi almak 2 günlük iş, çok kolay, 1 hafta nedir ya diye..
Neyse ki problem olmadı, paşa paşa daha doğrusu geze geze bekledik ve aldık. Ben olmuşum kapkara eh Coşkun benden fena, üst baş desen Hint fakirinden hallice, bize vermesin de kime versin yahu zaten herkes Hintli sanıyor bizi, iyi mi kötü mü bilemedim:)
Neyse akşam Bts ile Mooçit durağına gidip otobüs istasyonuna doğru yürüdük çantalarla, yarım saatten fazla sürünce yorulduk haliyle karşımıza çıkan ilk otobüs firmasına girip aldık biletleri. Birazcık pahalıya geldi o yüzden, daha uygun fiyatlar varmış, dönüşte gördük. Tabi fiyata göre muamele, giderken çok rahat ettik ama dönüşte yolculuk boyunca klimadan su damladı, hatta şakır şakır aktı üstüme!
Hani romantik gezginler vardır, şöyle cümleler duyarsınız; Asya'nın mistik havası insanı büyülüyor, kendimle baş başa kaldım, kendi içimde yolculuğa çıktım, özümü keşfettim falan..
Ve sayın okur, inanır mısın çocukluğumu geçirdiğim eve götürdü beni o gece yolculuğu.. Yağmur yağdığında çatı akıtırdı tam yatağımın üstüne, annem de kova koyardı, kovayla birlikte uyurdum. Aha işte böyle bişey midir ki, ben de kendi içimde yolculuğa çıkmışım da haberim mi yok ki acaba:)
Chiang Mai şehrine vardık, her zamanki gibi en ucuz yerlerden birini bulduk ve odaya girer girmez yığıldım kaldım yatağa. Zaten birkaç gündür boğazım acıyordu, yolculuktan sonra iyice arttı. Biraz da ateş eklenince tamam dedim, iyileşene kadar yataktan adım atmama zamanı geldi. İkimiz de ilaç kullanmak istemeyen, kullanmayan tiplerdeniz. Anne çorbası, bol su, meyve ve hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece yatmak en güzel tedavi yöntemi. Umutsuzluğa kapılmadan sabretmek lazım, çok iyi beslenerek zor geçen ilk 2-3 günü atlattıktan sonra bişey kalmıyor zaten. Ayrıca buradan hasta olduğumda işe gidemeyip sağlık ocağına gittiğimde, bir sürü ilaç yazan ve rapor istiyorum diye bana kızan aile hekimime de teessüflerimi iletiyorum!
2 gün sonrası için tur satın aldık, ben dinlendim, tropikal meyveler ve Coşkun sağolsun iyi beslediler beni, ayağa kalktım 2. gün:)
Tabi bu 2 gün Coşkun boş durmadı bensiz gezdi birazcık.
Bir de burada Pat Thai' yi keşfettik. Çeşitli et yada deniz ürünleri seçenekleri olan noodle diyeyim. Gece gündüz yedik valla miss.. Bangkok'daki haftasonu gece pazarına gidin yazmış herkes ama denk getirip gidemedik bir türlü. Burada gördük, hediyelik eşya cenneti, turistlere hitap ediyor sadece. Çok şey alasım var da ah şu çantalarda yer olsa :/ Bir de Coşkun faktörü var tabi yer olsaydı da 'almak' problem her zaman :)
Sabah rehber geldi arabayla aldı bizi. Kamyonetten bozma açık hava minibüsü tarzı tuktuku görünce, içi buzhaneye dönmüş klimalı bir minibüsle gezmicez diye bir oh çektim.
Thailand'a gelirken sıcağı düşünmeyin, bence asıl sorun soğuk araçlar:)
Reklam Panosundan |
Tura, kelebek ve orkideleri kutu gibi bir bahçeye doldurup sergiledikleri yerden başladık. Zavallı kelebekler harap olmuşlardı ama orkidelere diyecek yok...
Hemen ardından yürüyüş için su, yağmurluk ve rehberin ısrarlarıyla sinek ilacı almak için pazara uğradık. ( Hemen belirteyim ki hiç işe yaramıyor ilaç, boşuna kimyasala bulanmaya gerek yok, ısırılacaksın arkadaş başka yolu yook )
Bu arada pazarda et satanların sinekleri kovalama yöntemi çok başarılı ve zahmetsiz:)
Kamyonete doluşup yürüyüşe başlayacağımız yere gittik. Bir çeşit meyve çiftliğinden yola başladık. Buralar tam olarak vahşi alanlar değildi çünkü etrafımızda köyler ve tarım alanları vardı. Muz ve hindistan cevizi ağaçlarını olmasa sanki Rize'nin bir köyünde yürüyormuşuz gibi, hatta bir ara gözlerim yol kenarlarında dağ çileği aramadı değil:) Etrafımız böceklerle, kelebeklerle, arılarla ve fazlasıyla yusufçuklarla dolu.
Yaklaşık bir saatlik yürüyüşün ardından mağara ağzı ile karşılaştık. İçeriye girdiğimizde yarasalar başımızda döndüler. Çok fazla ileri gitmemize rehber izin vermedi. Bu arada rehber bildiğin tıfıl, genç delikanlı gibi gözüküyor ama 35 yaşında!
Neyse az gittik uz gittik, yağmur yağdı, güneş açtı, at böyle geldi eşşek şöyle gitti derken iyice ormanın derinliklerine ve karanlığa karışıp kaybolduğumuzu düşünüyorduk ki ıssızlığın ortasında bir köye vardık:) Yol yok, elektrik yok, su dereden; tavuk, domuz, pirinç ve meyveden başka yiyecek de yok. Böyle güzel bir yer.. Bambulardan yapılmış, içinde rahat 20 kişinin uyuyabileceği yerde 4 kişiydik, sezonda değiliz iyi ki:) Çantaları bıraktık ben de yığılıp kaldım bu kadar efor harcamak iyi gelmedi tabi hasta bünyeye, hava zaten 18:00 de kararıyor.
Bi yılan gördüm sanki? |
Coşkun gözüne bi tavuk kestirmiş haliyle gelir gelmez:) Burdakiler zayıf ve çok hızlı, sapanla vurup bayıltıyorlar sonra kesiyorlar.. Ben dinlenirken tavuğu bizim usül pişirdi Coşkun, tatlı,tuzlu,ekşi tat bir arada olmadan, güzel, bol soğanlı bir tavuk yedik böylece:)
Ertesi sabah çok erken kalktık. Doğru aktiviteleri yapacağımız Fil çiftliğine. Vahşi hayvanları burada köle gibi çalıştırıyorlar:( Turistleri taşımalarından, çeşit çeşit şovlara kadar her şey var. Bizim turun faaliyetlerinden bir kaçı da burada. Ağaçtan uçma, bambu rafting ve uzun boyunlu kadınların köyü..
Fillerin halini görünce, eğitmenlerinin komutlarını dinlemediklerinde nasıl canlarının yandığını görünce moral sıfır oldu tabi. Ne yazık ki bu durumu değiştirmek mümkün değil talep çok fazla, rehberin dediğine göre sezonda çok daha kalabalık oluyormuş, şimdi çok az insan var dedi ama nerden baksak 500 kişi vardı ve sürekli gidenler gelenler oluyor..
Kaşınıyor Akıllı Bıdık |
Fil'in Hortumuyla Yaptığı Resim |
Burası sadece bir ailenin yaşadığı ormanın içinde, dere kenarında bir yer.
Guava |
Samon |
On dakika içinde ilk minik balık geldi. Sonra bir baktık karides. Ama ufak oldukları için suyun dışına çıkartmak imkansız. Neyse uzunca bir süre sürekli böyle at çeklerle geçtikten sonra en son oltayı çekti Coşkun, amanın solucanı bırakmayan bir yengeç!!? Minnacık dereden bütün su ürünleri çıktı neredeyse:)
Oy Kıyamam! Küçük Emrah Bakışı:) |
Malzemeleri toparlarken bugüne kadar gördüğümüz en büyük peygamber devesiyle karşılaştık.
Merhaba, Ben Coşkun!? |
Akşam oluca yemek geldi ama suyun olmadığı yerde bu adam yemeği nasıl yaptı ki? Yüksek ihtimal içinde yıkandığımız, balık tuttuğumuz, diş fırçalanıp, çamaşırların yıkadığı bu dereden gelen bulanık su ile pişmiş yemeği de yedikten sonra huşuu içinde yattık:)
Ertesi gün şelale ve rafting var sırada.
Rafting için beklediğimiz grup gelene kadar şelalede yüzmenin keyfini çıkarttık. Bu turdaki en keyifli şeydi sanırım.
Rafting de bir kaç nokta dışında çok hareketli değildi.
Akşama Chiang Mai'ye döndük ve sabah Ahutaya'ya gitmek için otobüs istasyonuna gittik. Ama orada bir şirket gördük, herkes birikmiş sıra numarası alıyor, sonra da bilet. Diğer şirketlerde ise bizim otogarlardaki gibi "gel abi gel" yöntemi var.
Kuyruk görünce hiç dayanamayız tabi girdik hemen sıraya:)
Ahutaya'ya gidecez dedik ama ondan önce internette gördüğümüz ve taa Rusya'dayken Konstantin'in önerdiği bir iki yer ismi aklımızı çeldi. Chiang Rai ve Goldentriangle.
Neyse hazır vakit de var. Bari daha kuzeye gidelim oradan geri döneriz dedik. Doğru Chaing Rai'ye...
Geldik ama burası ile ilgili hiç bir araştırma yapmamışız, hiç bir öngörümüz yok. Nerede kalınır, ne yapılır.. Hemen eski taktik, yolda gördüğün gezgine sor yöntemini kullandık ve iki Alman, Vincent ile Sebastian'ın peşine takıldık. Çok yardımcı oldular, ya gezen insanların hepsi mi kafa dengi olur! İyi ki tanışmışız.
Burada motor kiralamak şart ve motor kiralanan yerden alacağınız harita ile her yeri gezebilirsiniz. Aynı zamanda çok daha vahşi çok daha cana yakın köylerde kalıp turizmden uzak insanlarla vakit geçirebilirsiniz.
Biz de ertesi gün motor kiraladık ve ilk durak White Temple oldu. Burası tam anlamı ile turistler için yapılmış bir tapınak. İçeride tüm popüler objeler mevcut. Ama giriş paralı değil ve turistten başka kimse de yok.
Sonra epey bir uzakta Khunkorn şelalesine gittik. Ama ne şelale. Git git yol bitmiyor. Sonunda motorla gidilecek yol bitti, yaklaşık 1.5 km yürüdük. Yol rüya gibiydi. Umarım bunun sonunda tırt bir şeyle karşılaşmayız derken muhteşem bir şelale... Öyle bir rüzgar var ki daha suya yaklaşırken sırılsıklam oluyorsunuz. Aşağıya inip karşısında geçip bakmak bile güç, itiyor insanı, kafanı kaldıramıyorsun ama suya girmeyi başardık, Coşkun abarttı her zamanki gibi altına da gitti..
Tek kelimeyle muhteşemdi, buraya gelen bu şelaleyi görmeden dönmesin!
Sonra Hot Spring Water tabelalarını takip edelim dedik ve son durağımız da Black House olacaktı. Baya yol katettik ve bozuk yokuş olan bir yol ayrımında ileriye bakmak için ben indim. O ara hiç yoktan yere ufak bir kaza oldu ve ne yazık ki maceramız sona ermek zorunda kaldı. Gün, Coşkun'un ayağında küçük sıyrıklarla başka hiç bir hedefe varamadan bitti..
Hostele döndük ama gece daha yeni başlıyor! Her cumartesi günü buranın gece pazarı kuruluyor ve başka hiç bir yerde karşılaşamayacağınız bir şenlik başlıyor. Geçen hafta bu güzelliğe denk gelen bizim Almanlar dünden beri anlatıyordu, birlikte gittik. Burada çok az turist var, insanlar çok daha iyi, kimse bariz kazıklamaya çalışma derdinde değil, samimiler. En güzeli de yediden yetmişe herkes ama herkes dans ediyor:) Her hafta cumartesi günü millet içiyor, eğleniyor, dans ediyor, deşarj oluyor tamamen, muhteşem bir etkinlik, bayıldık:) Her şarkıda farklı hareketleri var bakarak yapmaya çalışıyoruz, arada oryantal figürleri katıyorum, bu sefer onlar şaşırıyor yapmaya çalışıyor falan:) Sonra 3 tane teyze aldı beni ortaya, oynadık oynadık, döktük kurtlarımızı derken oturdum masalarına, hoop kapattı gözümü açtırdı ağzımı, kafamda güzel zaten, amaan en fazla ne olabilir böcek olabilir ye gitsin dedim içimden:) Hmm fena değil tadı, üstü çıtır kaplı leblebi gibi bişey, kurtçuk! 3-4 derken tamam yeter düşünmeye başladıkça midem bulanmaya başlıyor yeterr dedim, tam çekirge tıkacakken ağzıma kendime geldim allahtan:)
Ertesi gün Bangkok'a trenle gitmek için Chiang Mai'ye geri döndük ama tren yollarında tadilat varmış. Bu arada Golden Triangle ve Ahhutaya'ya gitmeye vakit kalmadı.. Otobüsle geldiğimizin neredeyse yarı fiyatına Bangkok'a geri döndük ve üssümüz Çetin Abilere gittik:) Ne kadar teşekkür etsek az cidden kendi ailemiz olsa Bagkok'da bu kadar olurdu yani. Her şeyin enn güzelini diliyorum onlara.
Ertesi güne tren istasyonundan gişede birlikte satılan tren ve feribot biletini aldık ve ilk hedef Koh Tao adası!
Emine&Coşkun
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder