Facebok

12 Nisan 2014 Cumartesi

GOA ÖNCESİ GERÇEK HİNDİSTAN



Bir süredir İran'dayız, blogger yasak, internet inanılmaz yavaş.. Uzun süredir devam edemedim o yüzden yayınlamaya.
Şimdi rüyalar ülkesi Hindistan'a devam edelim de önce kısa bir özet geçeyim. Hindistan macerası Bangkok'tan New Delhi'ye uçuşumuzla başlamıştı. Delhi'de ilk şoku atlatıp, yaklaşık 10 gün boyunca 'Hindistan'a Giriş' dersini aldık. Kaos ve karmaşanın anlamını tam olarak karşılayan şehir Delhi'de önce gözlerimiz, beynimiz alıştı ve normalleştirdi her şeyi sonra da ve belki de en önemlisi midemiz, bağırsaklarımız :) Delhi'de Coşkun için yeni pasaport başvurusunda bulunduktan sonra kuzeye yönelip pek bilinmeyen bir köyde biraz vakit geçirdik ve 15 günlüğüne Nepal'e geçtik. Pokhara, Katmandu ve Annapurna derken 15 günlük vizemiz bitti ve Birgunj sınırından Hindistan'a girip Agra üzerinden Delhi'ye ve pasaportu alır almaz doğru Goa'ya geçeceğiz.

Baştan söyleyeyim Hindistan vizesini erken almak çok kötü fikirmiş, Tayland, Malezya ve Endonezya'nın güzelliklerine kendimizi kaptırmışken almış olduğumuz 6 aylık vizenin 3 aydan fazlasını geçirdik bile dışarıda! O yüzden tadı damağımızda kaldı Hindistan'ın.. Şuan İran'dayız ve daha Türkiye'ye dönmeden Hindistan'ı özlemeye başladık bile..
Her neyse şimdi Nepal'den Goa'ya uzuun, olaylı ve tabii ki her şeye rağmen eğlenceli, anılarla dolu bir yolculuğu yazıya döküp ölümsüzleştirelim
ama korkarım insanlar gezip görmesin, öğrenmesin diye gezi blogları bile yasaklanabilir ülkemde, kim bilir!
Katmandu'dan bir dolmuş ile sınıra giden otobüslerin kalktığı yere vardık.
Otobüse akşama doğru bindik ve gün ağarmadan sınıra yakın bir köyde son Nepal yemeğimizi yedik. Yine olaylı bir -sınıra nasıl gidilir- bulmacasından sonra 300 isteyen riksa ve taksicilerinden kaçarak 10 nepal rupisine dolmuşla sınıra vardık. Kenan bir taksici ile anlaştı ve bizi Agra'ya götürecek tren istasyonunun bulunduğu 300 km uzaklıktaki Bagaha şehrine kadar geldik.
Bizi karşılayan ilk şey yine çok büyük bir karmaşa oldu. Amacımız Tacmahal'e varmak. Sonra Delhi ve Goa. Kenan ise önceden gördüğü için direkt Goa'ya çevirmişti rotasını. Tren istasyonuna vardığımızda bilet almak için gişelerin önünde üç ayrı koldan sıraya girdik. Sonunda bilet alınan yerin bu gişeler olmadığını öğrendik ve bizi yaklaşık 1 km uzaklıktaki başka bir yere yönlendirdiler. Aldığımız cevapların hiç biri tatmin edici değil. Tarif olarak söyledikleri, şu beyaz duvarı takip edin, üçüncü kapı. Biz de doğal olarak ilk iki kapıdan sonraki kapıların hepsine bakmaya başladık ama aldığımız cevap hep bir sonraki kapı oldu. Oyun gibi. Zaten Hintlilerin bu durumu inanılmaz, güler misin ağlarmısın! Yani adamlara biyer soruyosun mesela, bilmiyor ama yine de cevap veriyor, sağa git derken solu gösterir, düz git ilerde sor der ama aslında tam tersi yöndedir gitmek istediğimiz yer.. Alemler yani bilmiyorum desene arkadaş, yok! :)
Bu arada takip ettiğimiz duvarın sırasında neler yok ki.. Patates unundan tezekte pişen tadı berbat ekmekler, sokak berberleri, fıstıkçılar, inekler, umumi tuvalet gibi kullanılan kaldırımlar...  


Berbat, bulursanız denemeyin bile diye koyuyorum fotoğrafını ;)



Sinirli bir berber amca, fotoğraf istemedi ama çektik  bi kere napalım silelim mi yani!


Neyse pek çok denemenin ardından vardığımız bilet satış yerinde aldığımız cevap ise içler acısı, bir hafta boyunca tüm yataklı sınıflar dolu ve verilen öneri gidip ilk sorduğumuz yerden genel sınıf bilet alıp, tren gelince de geçip oturmamız.
Napalım bu bileti aldık ve tren geldi. Binlerce ama binlerce insan karınca gibi trene üşüştü. Coşkun geçmişten gelen toplu taşıma araçlarını etkin kullanma refleksi sayesinde Hintli'lerle beraber henüz durmamış olan trene atladı ve gözden kayboldu. Herkesin yaptığı gibi yer tutmuş ama 5 saniye içinde vagon öyle bir doldu ki aynı vagona binebilsek bile yanına gitmemiz imkansız gibi. Coşkun ağzında düdük, götünü kaptığı yerden ayıramadan gözü insanların arasından görebildiği bir avuç camda bize bakınırken çantamın bir parçasını görüyor ama bir yandan anonslar, bir yandan millet çığlık çığlığa trene binmeye çalışıyor, götünü yırtsa bile bizim Coşkun'u duymamız imkansız! Tren hareket halindeyken bindiği için dışarıdan bindiği vagonu takip etmeye çalıştık ve işi şansa bırakıp doğru vagon olduğunu tahmin ettiğimiz vagona gerçek anlamda sıkış sıkış bindik. Bindik ama merdivenin önündeyiz, anam 500T girişi gibi:) İçeri ilerleyemiyoruz ki kalabalıktan! Aklımda deli sorular, Coşkun nerde, nasıl bulucaz, bu şekilde yaklaşık 12 saat yolculuk yapmanın mümkünü varmı.. Baktım ilerleyemiyoruz geçtim Kenan'ın önüne bağır çağır, deyim yerindeyse insanların üstünden, altından, akrabalık bağları oluşturacak şekilde geçerek girdim vagona. Coşkun'un sesini anca o zaman duyabildim, vagonun öbür ucunda! Önümüzde inanılmaz insan yoğunluğu, yine aynı şekilde kalabalığı aşıp yanına vardık:) Kaptığı 4 kişilik yerde artık Coşkun'la beraber 6 adam daha oturuyordu. İte kaka iki götlük bir yer açtık ve başladık dünyanın en kalabalık ve sıkışık yolculuğuna!

İnsanlar sanki uzaydan gelmişiz gibi bakıyor. Başımızın üstündeki bagaj koyma yeride oturan adamların ayakları burnumuzun ucunda. Karşımızda oturan on kişinin burnu yüzümüzde, koridordakiler kucaklarımıza taşmış durumda. Yanımızda oturanlardan biri de tütün çiğniyor, 10 dakikada bir üzerimizden cama uzanıp ağzındakini tükürüyor.. Bir  vagonun içinde rahat 300 kişi sıkışmışız. Şöyle anlatayım tuvalete gitmek için bir saatlik bir çaba vermeniz gerek. Bunca insanın arasında sadece Coşkun inat edip tuvalete gidip geri gelebildi. Kenan bir kere denedi ama beş dakika sonra geri geldi, iki adımdan sonrası mümkün değil diye :) Ben ise henüz hamile kalmaya niyetli olmadığımdan denemedim:)
Nasıl izah edilir bilmiyorum.  Bu arada bu şekilde yolculuk edecekseniz bilet milet almayın çünkü o kalabalıkta biletçi değil sinek bile içeri giremez. Ama bir grup insan var ki onlar tamamen ayrı. Bu insanlar doğuştan çift cinsiyetli ve bu özelliklerini kullanarak  güçlü ellerini çırpa çırpa vagona girip erkekleri taciz ederek dileniyorlar. Biz yabancı olduğumuz için hiç bulaşmadılar ama gerçekten o kalabalığı alkışları ile yarıp, para vermeyen adamlara eteklerini kaldırarak yaptıkları şok edici gösteriyi hiç unutmayacağız.
Etrafımızda bir sürü garip meraklı bakışlı Hintli.. Tam karşımızda orta yaşlı bir amca var çat pat ingilizce biliyor ve başlıyoruz konuşmaya... Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, falan filan.. Bizim evli olduğumuzu öğrendiler,  sonra işi dalgaya aldık iyice Kenan'da göya evli hatta Türkiye'de sekiz karısı var. Muhabbet bu:) Kenan, Türkiye'de kadın sayısı çok az ve bizim oralarda bu normal deyince gelen tepkileri görmeniz lazımdı. Gerisini düşünün gari :)Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılıp Kenan'a gıpta ile bakmaya başladılar. Konuşmaları duyan bütün vagon bizim etrafımıza yanaştı iyice, herkes şok olmuş halde bakıyor. Sanki bir kahramanla konuşur gibi sorular sormaya, dokunmaya çabalıyor, bütün kadınlara nasıl yettiğini, geceleri nasıl uyuduğunu falan sorup bir yandan da utangaç bir ifadeyle yarıla yarıla gülüyorlar:) Gerçekten de bizi bu sıkıntının içinde bu kadar neşelendiren yol arkadaşımız Kenan, sen bizi güldürdün Allah'da seni güldürsün ne diyeyim :))
Ne kadar gülsek de bu kadar adam uyku moduna geçince neler olacak tahmin etmek güç değil çünkü şimdiden yanımızdakiler başlarını omzumuza koymaya başladı:) Açlıktan, kokudan, sıkışıklıktan, çişimizin gelmesinden bu yolculuğa ancak 7-8 saat kadar dayanabildik. Büyük gibi gözüken Kanpur diye bir şehirde kendimizi vaganun dışına zor attık. İnmek binmekten de zor. Koridora çıkar çıkmaz üst demirlere hamak kurmuş, iki büklüm yatmış kalabalığı seyreden adamı gördük. Bir yandan ilerlememiz lazım ama adım atamıyoruz, bir yandan hamaktaki adama gülüyoruz tren hareket edecek inmemiz lazım. Sola gidiyoruz geçemezsiniz bu kapı açılmıyor diyorlar, sağa gidiyoruz buradan ilerleyemezsiniz sola gidin diyorlar, bulunduğumuz yerde ayakta kaldık öylece. Sonunda çıldırdık, Kenan yapıştı açılmıyor dedikleri kapının koluna, kapı önünde yatan  insanları ittire ittire bir yandan çığlık çığlığa bağrış, küfür derken sırtımızda koca çantalarla mücizevi bir şekilde attık kendimizi dışarıya, oh temiz hava!


Omuzlarım yerinden çıkıp önde birleşti, sonradan oturttuk yerine tekrar;)


Bir Hindistan klasiği olarak hamak :)


Bu bakışın üstüne bakış tanımam bundan sonra arkadaş.


Henüz Agra'ya varamadık. Kanpur diye bir yerde yağmur altındayız, açız ve bir de otele ihtiyacımız var. Önce yürüdük, bende çorapla sandaletler vardı, ayaklarım tamamen çamura batmış halde birkaç otele yer sorduk, dolu dediler. Birkaç tanesi de size göre değil burası dedi ( ulan bi geneleve düşmediğimiz kalmıştı haha :) ) Sonra bir riksa ile yola koyulduk bizi götür bi otele lanet olsun diye ve dünyanın en dandik oteline Hindistan şartlarında oldukça pahalı, üç kişi toplamda elli dolar gibi bir para verdik.
Ertesi sabah kahvaltı bile etmeden ilk işimiz Agra yollarına düşmek için bizi otobüs terminaline götürecek bir riksa bulmak. Vereceğimiz ücreti daha önceden otel görevlilerlinden öğrendik. Belirlediğimiz ücret üzerinden pazarlık yapmak için riksaların bulunduğu yere gittik. Her zamanki gibi normal ücretin misli ile fazlasını söylediler. Adamların yanından ayrılıp az ileride başka bir riksacı ile normal fiyata anlaştık, bagajları yüklerken arkamızda bıraktığımız riksacılardan biri gelmiş bizimkiyle kavga ediyordu. Bağırdı çağırdı gitti, biz de riksaya bindik hareket ettik derken herif elinde demir sopayla geri gelmesin mi!
Anam yola girmişiz, trafikte hareket ediyoruz, adam koşuyor riksanın yanında ve deli gibi pata küte vuruyor! Bizim riksacı genç adam bağırmaya başladı, biz de öyle bir bağırdık ki herif afedersiniz siktir olup gitti sonunda, iyi ki..
Otobüs terminalinde Coşkun'la Kenan bileti alırken ben de Hintli bir kaç kadınla tanıştım, kısa sürede muhabbete başladık, bindi hediye ettiler. Böyle zamanlarda yanıma Türkiye'den ufacık bişeyler ne bileyim nazar boncukları falan getirmediğime üzülüyorum, böyle kısa süre de olsa kalplerini açan, gülen, sevgi dolu bakan insanlara ufak hatıralar bırakamadığım için üzülüyorum..  Bu ülke çok güzel ve şaşırtıcı. Bir anda gerilmişken hemen ardından bir güzellik çıkıyor karşınıza, yumuşatıyor insanın içini hemen.. Ve bu daha başlangıç.


Agra'ya vardığımızda Kenan ile ayrıldık, daha doğrusu ayrıldığımızı düşündük. O direkt tren istasyonuna gidip Goa'ya bilet alacaktı ama her zamanki gibi tüm trenler dolu olduğu için iki gün sonrasına birinci sınıfta yer bulabildik.
Akşam yemeğini hallettikten sonra yine berbat rutubetli bir yerde geceledik. Riksacı getirdi bizi buraya ama sonradan gördük ki, Tac Mahal'e çıkan sokakta hemen hemen aynı fiyata daha düzgün yerler varmış.


 

 Neyse sabah çantaları da alıp çıktık. Tac Mahal'i görmeden dönmedik diyebilicez. Sonunda o turistik yere vardık, Hindistan'da yapılması gerkenlere bir tik daha attık. Buraları anlatmaya gerek yok. Her yerde binlerce muhteşem fotoğraf ve yazı bulabilirsiniz. Bana sorarsanız buraya gitmeye gerek bile yok. Saçma sapan bir yer, kalabalık ve pahalı. Görmeden önce bana biri bu şekilde söyleseydi hadi oradan derdim. Yol boyunca tanıştığımız gezginler de aynı şeyleri söylemişlerdi ama ciddiye almamıştık sanırım artık neyin önemli neyin önemsiz olduğunu anladık. Turistik yerler beş para etmez! Açın googledan bakın, mimarisini tarihini görün.  Gelip yerinde görünce başınız göğe ermiyor ya da muhteşem bir güzellikle karşılaşıp heycanlanmıyorsunuz, ya da biz heyecanlanmadık diyeyim. Kesinlikle anladım ki doğa insanıyız;)











Bizim aşkımız sizinkinden daha büyük oluum! 








Bu şehirden de ayrılma zamanı geldi. Bindik yine bir otobüse, sallana sallana gidiyoruz Delhi'ye pasaportu almaya, ayrılırken de bir sürü maymun uğurluyor bizi.. Fare gibi her yerdeler, evlerin camlarının önünde açık bir pencere bulup yemek kapma derdindeler.





Bu arada otobüse binmeden önce beklerken, yolun karşısında çöpleri karıştıran bir inek ve kuş dikkatimi çekti. Yaklaşıyorum ve lağım üzerinde koca bir çöplük yığını ve hayvanlar yemek atıklarını ve çoğunlukla da ayıramadıklarından plastikleri yiyorlar..







Bu ambalaj bokunu çıkartanlara lanet olsun, her yerde, okyanusun ortasında bile plastik atıklar yüzüyor. En temel hakkımız olan suya bile eskisi gibi ulaşamıyoruz, damacana ile su satın alıyoruz , gerçekten uyuşturulmuş gibiyiz, böylesine bir manyaklık bile öyle sıradan, öyle normal geliyor ki çoğumuza.. Gerçekten uyanma vaktimiz geldi hatta geçiyor, artık bişey yapmalı! Bir de aklıma şu içler acısı video geldi,mutlaka bakın.  En önemlisi de değişim istiyorsak önce  kendimizden başlamalıyız, dimi.
Delhi'den Goa'ya gitmek üzere bir trene atladık. Sleeper class olduğu için bu sefer rahatız :)







Şeker Kamışları


Çook konuşan Çin asıllı Amerikalı bir kadın ve Belarus'lu bir çocukla tanıştık. 39 saat süren yolculuk sonrası Goa'dayız! Birlikte bir taksiye atladık ve hayaller kadar güzel, rüyalar kadar inanılmaz Arambol plajına geldik.
Burada 10 gün kalmayı planlıyorduk ama neredeyse 2 ay kaldık. Neden mi? Tahmin etmesi zor değildir sanırım ama onu da gelecek yazıda anlatayım ;)

Emine&Coşkun

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder