Facebok

29 Nisan 2014 Salı

HİNDİSTAN -GOA- PANJİM VE CENNET KUMSAL PALOLEM

Görebildiğimiz herkesle vedalaştıktan ve Mohan'ın ısmarladığı son Hint çayını da içtikten sonra otobüsle Panjim'e doğru yollandık. Bu sefer dört kişiyiz. Ayten'in yeni komşusu Christina'da bizimle birlikte. Panjim'de bizi karşılayan yine koskoca bir festival oldu. Hindistan'da neredeyse her gün, her yerde festivaller olduğu için denk gelmemek imkansız, adamlar eğlenmeyi seviyor arkadaş!





Ayten ile Christina yarın Arambol'e dönecek ama biz Palolem'e devam edeceğimiz için sırt çantalarımız yanımızda. Önce ağırlıklardan kurtulmak gerek, Ayten bir kaç gün önce kafasına esip de buraya geldiği için hostellerin bulunduğu caddeyi biliyordu, böylece dolanıp yorulmadan kalacağımız yeri ayarladık ve çantalardan kurtulduk.





Mandovi Nehrinde tekne turuna katıldık. Bu tur yerel turistler için aslında, yaklaşık 2 saat boyunca Hint müziği, eğlence, dans şeklinde geçiyor.. İyi ki Ayten'in planına uyup katılmışız, çok eğlenceli, teknede düğün gibi oldu :) Tabi tek yabancılar da biz. Güneşi batırdıktan sonra nehir kenarında bir barda oturduk. Dışarı çıktığımızda sokaklar bomboş, ses yok.. Hiç mi vakit geçirecek biyerler yok diye bakınırken sağdaki bir sokağa saptık ve açık hava konserinin içinde bulduk kendimizi :) Parade festivali devam ediyor! Canlı müzik, dans, yemek, alkol, yüzlerce insan, şanslı mıyız neyiz! Artık halimiz kalmayıncaya kadar hopladık zıpladıık sonra tumba yatak :) 





 
Ertesi sabah erkenden kuş sesleriyle uyandık, cam açık, yattığımız yerden açık pencereye bakınca gökyüzü görünüyor. Büyük şehirlerde yaşarken farkına bile varmıyoruz ama ne kadar güzel, ne kadar değerli bişey bu farkında mısınız? 




Rota Old Goa. Portekiz sömürgesi zamanında yapılmış onlarca kilise ve sömürünün eserlerini görebilceğiniz bu yeri eğer çok vaktiniz varsa gelin görün, yoksa da hiç bir şey kaçırmış sayılmazsınız. Hala kullanılan ve sömürünün simgesi koca koca binalardan, kiliselerden ibaret.. Kimse kusura bakmasın Hindistan gibi muhteşem ve görkemli bir kültürün topraklarında hiç bir dine, kültüre, müziğe, ahlaka ihtiyaç yok. O kadar büyük ve muhteşem bir kültür ki,  bu  sonradan getirilenler sadece onun ihtişamını daha iyi görmenize yarıyor. 























Neyse eski şehrin ardından Pazar'a gittik. Öğle yemeğinden sonra kısa bir pazar alışverişi yaptık ve nehir kenarındaki park son durağımız oldu. Yere yayılıp yorgunluğumuzu giderdik kocaman ağaçların altında.. Yine ayrılık vakti.. Ayten ve Christina ile vedalaştık. Hoşçakal demek istemiyor kimse.. Sadece görüşürüz, görüşeceğiz..
  


Bu nasıl bamya!




Bizimkiler gittikten sonra öylece uzanmış ağaçların gölgesinde uyukluyorduk ki bir el dürtmeye başladı. Uyku sersemi nooluyor yahu derken bir kaç genç ve ellerindeki telefonları görünce durum anlaşıldı, birlikte fotoğraf çektirmek istiyorlar. Evet. Adamı uykusundan bile uyandırır adamların bu yabancılarla fotoğraf çektirme tutkusu :)
Sanırım Hindistan'da yabancı olmanın kaçınılmaz sonu Hintili'lerle binlerce fotoğraf çektirmek, eğer rahatsız olacağınızı düşünüyorsanız hiç gelmeyin! Gördüğünüz gibi kaçış yok :)

Madem uyandık yürüyelim bari dedik, akşama kadar dolandık Panjim sokaklarında..








Derken önceki yazının sonunda bahsettiğim gibi bize anlatılan paradise beach peşinde Palolem'e doğru yola çıktık. Gelir gelmez yine bilindik çekiştirmece oyununu oynadıktan sonra asıl hedefimize doğru gidelim dedik. Anlatılana göre merkezdeki plajdan 2 saat yürüme mesafesinde paradise beach. Soruyoruz millete, herkes buranın adı Palolem Paradise Beach zaten başka kalacak yer yok diğer taraflarda diyorlar.. En az üç farklı kişiden bu plajdan iki saat yürüyüş mesafesinde olduğunu duyduk ama. Herhalde bizi oraya göndermek istemiyolar, kendi hostellerinde kalalım diye yapıyorlar falan diyoruz birbirimize... Ama yorgunuz da, sırtımızda bu yüklerle yürüyebilir miyiz o kadar yolu? Neyse ki ertesi gün bakarız diye plajın tam ortasında bir yerde kalmaya karar verdik. Tuvaletindeki kurbağasına kurban olduğum yerde iyi ki de kalmışız!








 
Palolem pek de büyük sayılmayacak bir koy ve bu koya akan bir dereden oluşan, gelgitin şekillendirdiği sahil kasabası.  Yüzünüzü denize verince sağ tarafı ancak denizden ulaşılabilen küçük bir kaç kumsala sahip, sol taraf ise yaklaşık on kilometre sonunda bir nehirle son bulan yer yer küçük kayalıklarla kesilmiş uzuun kumsallardan oluşuyor. 









İlk gün sadece keyif yaptıktan sonra ertesi gün kumsalın sağına soluna yürüyüşlere başladık. Acaba burası mı? Yok yok kesin bir sonraki şeklinde bir nevi keşif turundan ibaret oldu.Önce güneye doğru yollandık. Kayalıkların üstünde çok güzel kurumuş bir hindistan cevizi bulduk. Doğanın bize verdiği bu hediyeyi çook beğendik, oracıkta bırakamadık. ( Sonra İran'da tanıştığımız bir arkadaşa hediye ettik )







Sonra kuzeye yöneldik. Gelgit ile denizin bir nehirle birleştiği çok güzel bir haliç ve o haliçle birlikte başınızı döndüren güzellikteki mangrovlar, deniz kabukları, kartallar, şahinler, onlarca balıkçıl, yalıçapkınları...







İkinci gün, hımm herhalde bu karşımızda gördüğümüz tepeyi aşınca arkasındaki kumsal bizimkilerin ballandıra ballandıra anlattığı cennet kumsalı.. Neyse döndük, dolaştık, köprüden geçip ormana daldık. Başta güzel bir patika gibi başlayan yolda, ısıran - hatta ısırdığını kopartan desem daha doğru olur -  binlerce karınca önümüze set çekti.. Yılmadık ve koşarak kendimizi tepenin zirvesinde kocaman bir çakıl taşı gibi duran kayanın üzerinde bulduk. Manzara harika ama ileride ne bir kumsal görünüyor ne de bir patika..







Baktık aşağıda bir kaç kano var, çevrelerinde de yunuslar yüzüyor! Bu kadar ormanlık yeter bari denizden ulaşmaya çalışalım Cennet Kumsalına :) Karıncalara fırsat vermemek için yine koşa koşa indik, hemen bir kano kiraladık ve bu sefer yunusların peşine..
Su altı kamerası çoktan bozulmuş olduğu için fotoğraf yok.. Palolem koyunun kuzeyine doğru olan kayalık alanlarda büyük balıkçı tekneleri ağ ile sardalyaya benzer bir balık yakalıyorlar. Buralarda çokça tüketilen fish thali'deki balık. Milyonlarcası koca bir ağın içinde hemen önümüzde zıplayıp duruyor, kaçmaya çalışıyor zavallılar. Tepemizde uçan kartallar da kendi paylarının peşinde, etrafımızda dolanan güzeller güzeli yunuslar da..
Aklımızda cennet kumsalı, biraz kürek çetikten sonra küçük bir kumsala gördük. Bir düzine Hintli, bir düzine de Rus, günübirlikçi modunda takılıyor küçücük bir yerde. Sorduk buranın adı ne diye, yok avucumuzu yaladık. İnat ettik bulucaz orayı :) Neyse tekrar açıldık artık geri dönücez. Yine etrafımızda yunuslar zıplıyor, yakınarına gidiyoruz kaçıyolar, tak bir bakıyoruz arkamızdalar. Balıkçılara yaklaştık iyice, ilk sordukları ne oldu dersiniz, tabii ki sigara :) 
Sonra döndük, gelgitin oluşturduğu haliçe girdik. Mangrovların arasında kürek çektik biraz da, gerçi Coşkun çekti ben iyice yayıldım:) Kulağımda sadece suyun ve kuşların sesi, gözlerimde mavilik, minik bulutlar ve gökyüzüne uzanan yeşil dallarla süslü bir tablo..                             







Gel git bazen gün batımı noktasına gitmeyi tamamen engelliyor o yüzden bazı uyanıklar erkenden gidip bekiyor.  Bizim şansımıza oldukça kolay suları çekildiği zaman ulaştık. Yavaş yavaş, yengeçlere, okyanustan ayrı düşmüş balıklara baka baka kayalara vardık. Yine bir sürü güzel rüya ile muhteşem bir gün batımı.. 

















Gece kaldığımız yerdeki bir kaç çatlak turist ile tanıştık. Parti var dediler. Ama bu parti biraz değişik. Müzik yok, daha doğrusu müzik var ama kulaklıkla veriliyor ve içeriye hiç bir şey sokamazsınız. Trans partiye gidiyorsunuz ve sadece paranızla içeride oluyorsunuz. İçki satın almaktan başka yapacak bir şey yok üstelik müzik dinlemek için kulaklık kullanıyorsunuz ve ona da eşşek yükü para istiyorlar. Bizi sarmadı açıkcası, bi arkadaşa bakıp çıktık :)
  Sabah yönümüzü güneye çevirdik. Önce bir köyün içinden geçtik, sonra başka bir kumsalı geçtik, ardından uzunca bir kumsala geldik. Her geldiğimiz kumsalın başında isim yazdığı için kimseye de sormadık. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, sonunda aşamayacağımız büyüklükte bir nehirle yolumuz kesildi.

























Bu tarafta da bulamadık paradise beach denen yeri. Öyle eminiz ki burada olduğundan Gokarna hiç aklımıza gelmiyor! Neyse tren bileti ni aldık, Gokarna'ya geçicez artık. İstasyonda bekliyoruz, adamın biri de inanılmaz güzel gitar çalıyor. Kevin. Trenden indikten sonra tanıştık ve aydınlattı bizi, meğer Pradaise Beach Palolem'de değil Gokharna'daymış!
Bu da böyle enteresan bir anı oldu bizim için :)
Kafandaki cenneti ararken, üzerinde yaşadığın, sahip olduğun cenneti kaçırma sakın!

Emine&Coşkun

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder