Facebok

23 Nisan 2014 Çarşamba

HİNDİSTAN -GOA- BÜYÜLÜ GÜNLER

Arambol kumsalındaki her mekan geçmiş zamanın duvarına asılı bir fotoğraf gibi. Biz hem blog yazlarını hazırlamak hem de arkadaşlarla iletişim kurabilmek için hızlı internet ararken hemen hemen hepsine kahvaltıya gidip akşam yemeğine kadar takılı kaldık. Bunlar arasında en rahat ettiğimiz yer Buddha Village ve daha fazla vakit geçirdiğimiz Olive Garden oldu. Mekan seksenlerde bir sahil kasabasında geçen filmimizin ana sahnesi oluverdi birdenbire. Arkada durmaksızın çalan mantralar ve seksenlerin müzikleriyle büyülendik. Kenan'ı yolcu ettikten sonra her gün çizgi filmlerde bir kokunun peşinden giden çizgi kahramanlar gibi bir şekilde oraya uçarak gider olduk.

Önümüzde güneşin güçlü ışığında parlayan kumsal, okyanus dalgaları, sazdan yapılmış şemsiyeler, eski püskü şezlonglar, plaj voleybolu oynayanlar, güneşlenen turistler, sürekli chillum çeviren bir grup... 



Bazen kedi gibi gelip yemek bekliyorlar masa başında :)





İki Türk bir şeyler içtiğinde yaptıkları ilk şey ne olur? Tabii ki memleket meseleleri.. Biz de enerji üretimi hakkında şiddetli bir tartışmaya girmiştik ki, uzun saçlı, ela gözlü bir adam,

- Hadi hadi birazdan kurtaracaksınız memleketi! 

diyerek yanımızdan geçip uzaklaştı.. 

Alla alla biz yanlış anladık heralde, bazen herkes Türkçe konuşuyormuş gibi geliyor..

Neyse sürekli oturduğumuz masada konuşmaya devam ettik ve aynı adam merhaba diyerek yanımıza oturdu bu sefer. Film daha yeni başlıyor dermiş gibi durmaksızın konuştu. Buraya daha önce de gelmiş ve eskiden buraların nasıl olduğundan dem vurdu. Aniden dünyalar güzeli küçük bir kız geldi sahneye, adamın kucağına atlayarak 
-Baba ne zaman denize gireceğiz? 

Kız sanki küçük bir melek. Her tarafından ışıklar, gülücükler saçıyor. Kafamız gerçekten çoook güzel olmuş halbuki saat daha çoook erken biz ne içtiysek bundan vazgeçmeliyiz demeye başladık içimizden.. Bunların Hindistan'da, Arambol gibi diğerlerine göre pek de popüler olmayan bir kumsalda olma olasılığı gerçek ötesi geliyordu çünkü. Ardından Ayten girdi yeğeni ile birlikte sahneye, o da hikayesini anlatmaya başladı ama biz hala karşımızdakilerin gerçekliğini sorguluyoruz kafamızda :)
Uzun uzun konuştuk. Onlar anlattı biz dinledik, biz anlattık onlar dinledi. Gezen adam da hikaye öyle çok ki, bitmiyor. Sohbet güzel, insanlar güzel, ortam güzel, çocuğun adı Güneş..

Artık gerçekle bir bağımız var. Hayallerinin peşinden gelmiş insanlar bizim filmimizin karakterleri, neşeleri, 'abi bunu nasıl yapalım' deyince cevap vereni, her gün gittiğimiz yerdeki hikayeler, dostlarımız..






Yakınlardaki tatlı su gölüne yürüdük ve oradaki çakma babanın - turist baba da diyebiliriz - yaşadığı banyan ağacına..





















 

Gölde inanılmaz güzel vakit geçirdik. Gün batımını bir de oradan seyrettik. Her şey öyle güzel, öyle büyülü ki sınırlarımızı ortadan kaldırdık, hatalarımızı gördük. Kollarımızı açtık ve önümüze gelen herkesle kucaklaşmaya başladık. Zaten farkına varmış olduğumuz ve kaçışı yokmuş gibi görünen, hepimizi korku ütopyasının içinde yaşatan çarkın dişlilerini kırdık. Tabii ki buradaki büyülü ortamının etkisi çok fazla, kardeş gibi sarıldığımız insanların, gün batımının, renklerin, kokuların, tatların, insanların, ruhların, banyan ağaçlarının, mekanların ve müziklerin de... 















Öğle yemeklerini turistlerin bilmediği bir thalicide yiyoruz. Alex ile orada tanıştık. Günlerimizi, anılarımızı, hayallerimizi paylaştığımız, birbirimizi kardeşten, dosttan daha iyi anladığımız herkese söylediğimiz tek şey, İstanbul'a geldiğinizde bir eviniz ve o evde sizleri bekleyen iki kardeşiniz var. Çok iyi biliyorum ki o da kardeşleri ile kucaklaşmaya gelecek!

Kahvaltıları Hint'li rahat ötesi ve dünyalar iyisi Mohan'ın yerinde yapar olduk. Oradaki insanlar da bizim gibi rengarenk, hikayeleri çok güzel, sözleri içten.. Buraya takılan ve konuştukları konu paradan ileri gitmeyen bir grup Türk ile sadece selamlaştık.
( İstisnaları da vardı tabi ) Akşam satacakları kahvenin parası, rastanın zorlukları ve maliyeti, parasız gezmek çok daha önemli abi gibi yaya yaya konuşmaları, kendi aralarında yarattıkları ufacık bir şeyi bile karşılıksız vermemeleri oradaki en büyük utancımızdır. Birinin taksi parasının bir kısmını ödedik diye karşılık olarak verdiği bir parça rom gördüğümüz en acı şeydi.. Ne olmamamız gerektiğini bize çok güzel öğrettiler..

Ve Chris ile de burada tanıştık. İlk duyduğumuz sözleri bağırarak
'kız kardeş' ve 'birader' oldu :)
Küçücük bir masanın etrafında onlarca güzel insan bir çember oluşturduk. İlk olarak eğer bir şeyi değiştirmek istiyorsan kendinden başlamalısın. Etrafın çok çirkinse sen kendini güzelleştir laflarının ne kadar doğru olduğunu onlarla anladık. Bambaşka adamlar, renkler, insanlar. Alex'de geldi. Akşam HillTop daki partiye nasıl gidebilirizin planlarını yaptık, çünkü motorumuz yok.. Ve sanırım yapıp yapabileceğimiz en çılgınca şeyi yaptık.
Her şeyleri ile uçan iki adamın arkasına atladık! Evet. Birimiz Alex'in, diğerimiz ismini bile hatırlayamadığım ve ilk kez motor kullanacak olan İsveçli bir çocuğun arkasındayız ve hayatımızın en güzel partisine uça uça gittik :)






Partide sanki her kafa yukarıya çıkıp kendi filmini izliyor. Rengarenk Japon'lar, garip hareketlerle dans eden Hintliler, Avrupa'nın her yerinden gelen kulağı delik değilse burnunda boru olan, o da yoksa garip garip dövmeleri, o da yoksa vücudunun herhangi bir yerinde kocaman piercingleri olan karakterler, hep birlikte dans ediyoruz.
Goa Trans müziği nasıl bir şey, insanı nasıl da aşağıdan alıp içinden geçirip yukarılara taşıyor, nasıl bileklerinden tutup çarşaf gibi sallıyor, elektrik çarpmışa çeviriyor, Cd ile müzik yapan yaşlı Dj öğretti. Resmen müziğin bütün parçalarını beynimize işledi adam! 



Sonra oturduk ve acıktık. Başımıza gelip giden, sürekli  hadi bişeyler yeyin için diye fırça atan, çembere yeni katılanlara neden yan taraftaki kadından omlet, çay alıp geliyorsunuz benden alın burada oturacaksanız diye cırlayan ama verilen siparişleri bir türlü getirmeyen ve bunları hem sinirli hem de gülerek söyleyen, bizi kahkahalara boğan Hintli teyzeyi nasıl tarif edebilirim ki!
Her gelişinde takılmış plak gibi aynı şeyleri söylüyor ama bir türlü de siparişleri getirmiyor, hepimizi gülme krizine sokuyor :) Düşünün böyle bir ortamda aynı şeyleri söyleyerek dejavu yaşatan teyze sayesinde herkesin aynı rüyayı görüp birbirine anlatması ve yarattığı komik durum! 

Her grup kendi çemberinde oturmuş, ellerine geçen yiyeceği, içeceği, her şeyi çevirerek paylaşıp kardeşliklerini kutsarken birden bire müzik kesildi. İki Hintli Krişna'dan bahsetti. Adımıza imzaladığı kitaplar dağıttı. Parti saat onda bitti. Hepimiz yavaş yavaş uzaklardan gelen müziğin sesini takip ederek diğer partiyi bulduk ve orada devam ettik. 
İki saat sonra burada da müzik kesildi. Olduğumuz yere çökmüş yıldızları ziyaret ederken parti organizatörleri kapatıyoruz diyerek oradan da kovaladılar bizi.. Ee şimdi nereye sorusunun cevabı Büyük Banyan Ağacı oldu. 

Yolda bir tapınakta durduk. Küçük bir banyan ağacında uçan tilkiler filmimizin bir parçasını oluşturdu. Ağacın etrafında döndük, oturduk ve sonra hedefimize vardık.
Sanki bu gece oraya varmadan önce katılınması gereken bir ayindi. Sanki biz o büyük banyan ağacına varmak için oradaydık. Karanlıkta ağacın dalları arasında yürüdük, yürüdük, yürüdük.. Zaten ayık kafayla bile o ağacı görenler hayal alemine geçiş yaparken biz o halde oradan nasıl ayrıldık, kaza yapmadan Arambol'e nasıl döndük, çocuklarla nasıl vedalaştık ve bungalova vardık hatırlamıyorum. Önümüzdeki günlerde ilk iş gündüz bu ağacın yanına gelmek olacak.

Öyle büyülenmiştik ki bu insanlarla tek bir fotoğraf bile çekmek gelmedi aklımıza. Ama her şey kafamızda çok net. İyi ki bu rüyayı beraber görüp bu gerçekliği paylaşmışız..

Sonra Cem, Güneş ve Ayten ile kaldığımız yerden devam ettik. Gün aşırı göle gittik, gün batımını seyrettik. Sonra gölden devam ederek Kerim Beach diye ufak ve çok daha sakin olan kumsala gittik. Gün batımı noktasında herkesle el ele geceye başlayıp trans partilerin tadını çıkarttık..







Kerim Beach




Gün batımına karşı meditasyon




Arambol Beach


Kumların üzerinde yatarken yaşadığımız her harika günün, her güzelliğin gözümüzün önünden geçmesi ile başlayıp, okyanusun dibinden yıldızlar ve ay'a doğru yükselip, galaksilerde biten rüyalar gördük. 

Dünyaya bir hayvan olarak gelecek olsam, anemon balığı olmak isterdim demiştim, hatta yazmıştım Endonezya'dayken.. Dövmesini yaptırdım sonunda..
İşi çok beğenmesem de anemonlarla aramdaki sevgi bağı yüzünden sanırım severek taşıyorum şimdi ;)

Güldüğüme bakmayın, harekete bakın, hislerimi açıklıyor ;) Çok acıdııı!


Her gün garip bir olay oluyor mutlaka, yada bize öyle geliyor:) Gölde geçirdiğimiz bir günün ardından o renkli koridor şeklindeki tezgahların arasında kumsala dönerken birden Türk filmi sesi geldi kulaklarımıza. Cem, Ayten, biz, herkes birbirine soruyor, 
- Sen de aynı şeyi duyuyor musun? Allah Allah Rüya mı görüyoruz? Herkes aynı rüyayı aynı anda görebilir mi? Hintli tezgahtarın biri açmış youtube, Türk filmi seyrediyor! Adama sorduk,
- Türkçe biliyor musun?
- Yok.
- E bişey anlıyor musun ?
- Yok
- E neden izliyorsun?
Cevap yok, öyle boş boş bakıyor, gülüyor.. Bu ne şimdi:)

Sonra comics festival var dediler. Hazırlık yapıcaz yardım eden var mı, hemen atladık tabi ama yapa yapa seyretmediğimiz bir filmin sahnesini yaptık. Sonra festival başladı. Fotoğraflar neler yapıldığını anlatacaktır. Rengarenk, aklınıza gelebilecek her karakter var..

Mad Max











Avatar değil Shiva!








Sayılı gün bittince, Cem ve Güneş'le vedalaştık, onlar gitti.. Tabii ki tekrar görüşmek üzere!





Biz daha buralardayız, keşfedilecek çok yer var!

Emine&Coşkun
















2 yorum :

  1. Yorum yazmıyoruz diye gittik sanmayın, merakla takip ediyoruz. :) İyi gezmeler..

    YanıtlaSil