Palolem'den üç saatlik tren yolculuğu sonrasında Gokarna'ya vardık. Yine dört kişi olduk :) (Biz, Kevin ve Mhunish) Treni beklerken gördüğümüz ve müziğini mest olmuş halde dinlediğimiz çocuğa trenden inince yine denk geldik ve selamlaşmamızla yola birlikte devam etmemiz bir oldu. Sonra tatile gelmiş olan Mhunish de bize katıldı ve riksa ile sahile doğru yollandık.
Yol üzerinde bir kontrol noktası var. Bütün araçları ve çantaları, insanları arıyorlar yada arıyormuş gibi yapıyorlar diyeyim, pek ciddi değiller. Yalandan bir arama yaparak artık Goa sınırları içerisinde değilsiniz, yasalar burada farklı, uyuşturucu ile yakalanırsanız kendinizi hapiste bulursunuz diye hissettirmek istiyorlar sanırım.
Gokarna tanrıların şehri. Tam ortasında biri Shiva'ya diğeri de Ganesha'ya ait olan iki büyük araba var. Tanrıların arabalarının etrafında ise onlarca tapınak. Burada okyanusa girmek bir anlamda arınmak anlamına geldiğinden, Hint'lilerin akın akın buraya gelip suya girerek hacı olduğunu öğrendik Kevin'dan.
Kevin'ın buraya altıncı gelişi! Yabancı turistler çok az ve her taraf yerli hacı adayları ile dolu. Kumsala varmadan bir vejetaryen restoranda yemek yedik. İçerisi öyle kalabalık ki, gerçekten Hindistan vejetaryenler için cennet!
Kumsala vardığımızda gözlerimize inanamadık. Çünkü kumsal ufuk çizgisine kadar devam ediyor, şu ana kadar gördüğümüz en uzun kumsal bu olsa gerek. Kevin'in daha önceden kaldığı yerde bir odaya yerleştik.
Okyanustaki kocaman dalgalar insanı çağırıyor resmen ama bana dövmeler yüzünden 2 hafta okyanus yasaktı :/ İlk günden sonra daha fazla dayanamadım, kahkahalarla gülerek birbirini ıslatan rengarenk Hint'li kadınların arasına girdim öylece ve okyanus yasağını sonlandırmış oldum. Sonra da koşa koşa atladık dalgaların kucağına! Bu dalgalar cidden şu ana kadar gördüğümüz en güçlü dalgalar. Yüzme bilmeyen ya da dalgada denize girmemiş herhangi birini anında öldürebilir, kutsal mekan okyanusa adım atar atmaz gücünü hissettiriyor yani :) Özellikle yerli halkın topluca suya girdiği ( yada çömdüğü desem daha doğru ) tarafta, onlarca cankurtaran ellerinde düdüklerle bir adım ilerleyeni uyararak geçmişte yaşananların sinyallerini veriyor. Burada ölenler için şehit oldu, Shiva yanına aldı falan diyorlar mıdır acaba merak etmedim değil :)
Bütün gece Kevin'la konuştuk. Öyle güzel muhabbeti var ki adamın, uyuyamadık :) Dünyadaki karanlık ve aydınlık taraftan bahsetti. Egemen kötülüğün yaptıklarını muhteşem mimiklerle tiyatral şekilde anlattı. Neden varolduğumuzla ilgili uzun uzun konuştuk. Bize anlatılan tarihin dışındaki dünya tarihinden, Hint efsanelerinden (gerçeklerinden), yeniden dirilişten, karmadan, iyilikten, güzellikten, gerçeklikten, neler yapabileceğimizden...
Mesela neden dünyanın kirlenmemesi, gelecek nesillere kalabilmesi bizim için bu kadar önemli? Sonuçta sadece bir kez yaşayacağız ve öleceğiz, bu dünya geçici, bizim için her şey bitecek? Çocuklarımız mı, onlar için de geçici. Neden üzülüyoruz doğanın katledilişine, neden sevgi ile bakıyoruz her bir ayrıntıya, neden önemsiyoruz? Ve Kevin dedi ki, dünyada yaşayan herkesin bir ruhu var, bu ruh insanın kendi kendini anlamasına yarayan akılla birlikte var. Eğer dünyada iyi şeyler yaparsak ve gerçekliğin farkına varırsak tanrı oluruz. Eğer kötü şeyler yaparsak bu dünyaya bir hayvan olarak yada tekrar bir insan olarak geleceğimizi biliriz. Tabi bilinç altımızda tekrar geleceğimizi bildiğimiz yerin iyi durumda olmasını istiyoruz..
Sonra paradan bahsettik. Bir kağıt parçasına, hiç bir değeri ve emeği olmayan basit bir kağıt parçasına verdiğimiz değer ve sarsılmaz inancımız. Cebinden çıkarttığı kağıdı buruşturup bizim bütün değerlerimizi, zamanımızı, emeğimizi, ahlakımızı, benliğimizi satın alan yapay değerin aslında hiç bir şey olmadığını söyledi. Haksız mı? Dünyada koskoca ordular var ve bu ordularda kağıt parçası için savaşan milyonlarca insan.. Sadece egemenlerin, kötü tarafın dayatmalarının hiç bir değeri olmayan kağıtlarla bize yaptırdığı rezilliği, nefreti, çirkinliği, satılmışlığı, doğanın(tanrıların) bize sunduğu güzelliklerin içine edilmesini öyle güzel anlattı ki..
Ertesi gün Shiva'nın mucizesi dedikleri çeşmeye gidip su doldurduk. Hindistan'ın bu kadar güneyinde, arkasında hiç bir yükselti olmamasına rağmen, kayalık çölünün denizle birleştiği noktada böyle bir kaynak suyunun çıkması gerçekten şaşırtıcı.
Suya yürürken bir çok balıkçı teknesinin okyanusa açılması için yardım ettik. Kumsala çıkmaya çalışan bir tekneyi itekleyip, içinden çıkan zarganların sepetlere toplanıp şehre taşınması sırasında bu sepetlerden balık kapmaya çalışan kartalların eşsiz gösterisini seyrettik. Daha sonra yolumuza devam ederken balıkçı ağlarına takılıp ölen rengarenk deniz kabukluları gördük. Aslında yemeye hiç de ihtiyacımız olmayan balıkları avlarken yapılan tahribata bütün gezimiz boyunca tanık olduk. İşte bu son gördüğümüz manzaradan sonra vejetaryen olmaya karar verdik. Gördüklerimizden hoşnut değilsek, değişim istiyorsak önce kendimizden başlamalıyız dimi..
Gün batımının Hindistan'ın batı sahillerinde ne kadar inanılmaz olduğunu blogu yada instagram hesabımızı takip edenler anlamıştır. Tanrıların tuali, tiyatro sahnesi gibi muhteşem renkler ve harika bir seyir. Hele de güzel bir kalbin müziğiyle..
Ertesi gün sabah erkenden Kevin ile birlikte Paradise Beach'e doğru yola koyulduk. Sonunda :) Artık kaybolma şansımız yok. Om Beach ve Half moon Beach'i geçtik ve yemek molası verdik. Goa'dan farklı değil, yine yemeğin gelmesini en az iki saat bekledik. Herkesle muhabbet ettik, güzel zaman geçirdik ve geçen hafta orada kalan Türk'lerin bıraktığı kitabı bulduk. Şahane Hatalar, özlemişiz kitap okumayı be!
Ve yürümeye devam.. Sonunda cennet kumsalındayız!
Kevin'ın buraya gelme nedeni Shiva gözü denen ve sadece burada
bulunabilen bir tür deniz kabuğu fosili toplamak.. Biz ise Arambol'deki arkadaşların önerisi üzerine geldik. Çadırımızı kurduk, akşam ateş yaktık, kitap okuduk, yüzdük, deniz kabukları topladık.. 3 gün boyunca keyif..
Belli bir saate kadar orada kalan ve basit yemekler pişiren bir adam var, gayet iyi ve ucuz. Ivır zıvır ve meyve satan başka biri daha var. Yanımızda yiyecek götürmüştük ama gerek yokmuş. Tekneyle yada yürüyerek günübirlik gelip giden insanlar da var, hamağını yada çadırını kurup sabahlayanlarda.. Dünyanın her yerinden kafası güzel, muhabbeti güzel onlarca insan.. Asla unutamayacağımız, bir gün bir yerlerde mutlaka tekrar görüşme dileğiyle ayrıldığımız birçok insanla tanıştık..
Coşkun biraz hasta olduğu için son gece dönen geyiğin içine giremedik ama gece boyunca duyduğumuz seslerden belli, millet bayaa eğlendi. Özellikle askerliklerini bitirip ( kızlara 2, erkeklere 3 yıl askerlik var ) kafa tamir etmeye gelmiş İsrail'li bir grup iyice koptu. Sabah uyandığımızda hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık, hırsızlık olmuş, herkes şok. Kızlardan biri hüngür hüngür ağlıyor, çantaları çalınmış :( Böyle bir yerde olması çok daha üzücü, herkesin her şeyi ortada zaten sürekli..
İşte günlerdir peşinde olduğumuz paradise beach hikayesi böyle kötü bir anı ile son buldu. Çadırı toplayıp, arkadaşlara veda ettik ve yürüyerek merkeze dönmeye karar verdik.
Önceki gün su doldurmaya gittiğimizde görüp selamlaştığımız 'baba' durdurdu bizi yol üstünde, oturun dedi, bir yandan da pirinç ve domates pişiriyor.. Doldurdu tabağı verdi önümüze yeyin diye:) Türk olduğumuzu öğrenince de ilk söylediği 'Mustafa Kemal Atatürk' oldu:)
Bu adamın üzerindeki kumaş ve önündeki bir avuç malzemeden, yemeğinden başka hiçbir şeyi yok ve yemeğini, güler yüzünü, muhabbetini paylaşıyor, karşılıksız.. O da yaşıyor, her gün penceresi dahi olmayan ofislerde gününü geçirip ay sonu hesabına kimine göre kötü kimine göre çok iyi maaşları yatan, yani para karşılığında hayatını, ömrünü veren insanlar da.. Acaba kim daha özgür? İstediği kadar para harcayabilen, alışveriş delisi olmuş şehir insanları mı yoksa alışverişe ihtiyaç dahi duymayan bu adam mı?
Bir gece daha Gokarna'da kaldıktan sonra, Kevin ve Mhunish ile vedalaşıp Hampi'ye giden eskinin eskisi bir otobüsle yola çıktık.
Hiç bir fikrimiz yok, bakalım Hampi nasıl bir yer!
Emine&Coşkun
Yol üzerinde bir kontrol noktası var. Bütün araçları ve çantaları, insanları arıyorlar yada arıyormuş gibi yapıyorlar diyeyim, pek ciddi değiller. Yalandan bir arama yaparak artık Goa sınırları içerisinde değilsiniz, yasalar burada farklı, uyuşturucu ile yakalanırsanız kendinizi hapiste bulursunuz diye hissettirmek istiyorlar sanırım.
Gokarna tanrıların şehri. Tam ortasında biri Shiva'ya diğeri de Ganesha'ya ait olan iki büyük araba var. Tanrıların arabalarının etrafında ise onlarca tapınak. Burada okyanusa girmek bir anlamda arınmak anlamına geldiğinden, Hint'lilerin akın akın buraya gelip suya girerek hacı olduğunu öğrendik Kevin'dan.
Kevin'ın buraya altıncı gelişi! Yabancı turistler çok az ve her taraf yerli hacı adayları ile dolu. Kumsala varmadan bir vejetaryen restoranda yemek yedik. İçerisi öyle kalabalık ki, gerçekten Hindistan vejetaryenler için cennet!
Kumsala vardığımızda gözlerimize inanamadık. Çünkü kumsal ufuk çizgisine kadar devam ediyor, şu ana kadar gördüğümüz en uzun kumsal bu olsa gerek. Kevin'in daha önceden kaldığı yerde bir odaya yerleştik.
Okyanustaki kocaman dalgalar insanı çağırıyor resmen ama bana dövmeler yüzünden 2 hafta okyanus yasaktı :/ İlk günden sonra daha fazla dayanamadım, kahkahalarla gülerek birbirini ıslatan rengarenk Hint'li kadınların arasına girdim öylece ve okyanus yasağını sonlandırmış oldum. Sonra da koşa koşa atladık dalgaların kucağına! Bu dalgalar cidden şu ana kadar gördüğümüz en güçlü dalgalar. Yüzme bilmeyen ya da dalgada denize girmemiş herhangi birini anında öldürebilir, kutsal mekan okyanusa adım atar atmaz gücünü hissettiriyor yani :) Özellikle yerli halkın topluca suya girdiği ( yada çömdüğü desem daha doğru ) tarafta, onlarca cankurtaran ellerinde düdüklerle bir adım ilerleyeni uyararak geçmişte yaşananların sinyallerini veriyor. Burada ölenler için şehit oldu, Shiva yanına aldı falan diyorlar mıdır acaba merak etmedim değil :)
Bütün gece Kevin'la konuştuk. Öyle güzel muhabbeti var ki adamın, uyuyamadık :) Dünyadaki karanlık ve aydınlık taraftan bahsetti. Egemen kötülüğün yaptıklarını muhteşem mimiklerle tiyatral şekilde anlattı. Neden varolduğumuzla ilgili uzun uzun konuştuk. Bize anlatılan tarihin dışındaki dünya tarihinden, Hint efsanelerinden (gerçeklerinden), yeniden dirilişten, karmadan, iyilikten, güzellikten, gerçeklikten, neler yapabileceğimizden...
Mesela neden dünyanın kirlenmemesi, gelecek nesillere kalabilmesi bizim için bu kadar önemli? Sonuçta sadece bir kez yaşayacağız ve öleceğiz, bu dünya geçici, bizim için her şey bitecek? Çocuklarımız mı, onlar için de geçici. Neden üzülüyoruz doğanın katledilişine, neden sevgi ile bakıyoruz her bir ayrıntıya, neden önemsiyoruz? Ve Kevin dedi ki, dünyada yaşayan herkesin bir ruhu var, bu ruh insanın kendi kendini anlamasına yarayan akılla birlikte var. Eğer dünyada iyi şeyler yaparsak ve gerçekliğin farkına varırsak tanrı oluruz. Eğer kötü şeyler yaparsak bu dünyaya bir hayvan olarak yada tekrar bir insan olarak geleceğimizi biliriz. Tabi bilinç altımızda tekrar geleceğimizi bildiğimiz yerin iyi durumda olmasını istiyoruz..
Sonra paradan bahsettik. Bir kağıt parçasına, hiç bir değeri ve emeği olmayan basit bir kağıt parçasına verdiğimiz değer ve sarsılmaz inancımız. Cebinden çıkarttığı kağıdı buruşturup bizim bütün değerlerimizi, zamanımızı, emeğimizi, ahlakımızı, benliğimizi satın alan yapay değerin aslında hiç bir şey olmadığını söyledi. Haksız mı? Dünyada koskoca ordular var ve bu ordularda kağıt parçası için savaşan milyonlarca insan.. Sadece egemenlerin, kötü tarafın dayatmalarının hiç bir değeri olmayan kağıtlarla bize yaptırdığı rezilliği, nefreti, çirkinliği, satılmışlığı, doğanın(tanrıların) bize sunduğu güzelliklerin içine edilmesini öyle güzel anlattı ki..
Ertesi gün Shiva'nın mucizesi dedikleri çeşmeye gidip su doldurduk. Hindistan'ın bu kadar güneyinde, arkasında hiç bir yükselti olmamasına rağmen, kayalık çölünün denizle birleştiği noktada böyle bir kaynak suyunun çıkması gerçekten şaşırtıcı.
Suya yürürken bir çok balıkçı teknesinin okyanusa açılması için yardım ettik. Kumsala çıkmaya çalışan bir tekneyi itekleyip, içinden çıkan zarganların sepetlere toplanıp şehre taşınması sırasında bu sepetlerden balık kapmaya çalışan kartalların eşsiz gösterisini seyrettik. Daha sonra yolumuza devam ederken balıkçı ağlarına takılıp ölen rengarenk deniz kabukluları gördük. Aslında yemeye hiç de ihtiyacımız olmayan balıkları avlarken yapılan tahribata bütün gezimiz boyunca tanık olduk. İşte bu son gördüğümüz manzaradan sonra vejetaryen olmaya karar verdik. Gördüklerimizden hoşnut değilsek, değişim istiyorsak önce kendimizden başlamalıyız dimi..
Ölü bir yengeç.. |
Gün batımının Hindistan'ın batı sahillerinde ne kadar inanılmaz olduğunu blogu yada instagram hesabımızı takip edenler anlamıştır. Tanrıların tuali, tiyatro sahnesi gibi muhteşem renkler ve harika bir seyir. Hele de güzel bir kalbin müziğiyle..
Ertesi gün sabah erkenden Kevin ile birlikte Paradise Beach'e doğru yola koyulduk. Sonunda :) Artık kaybolma şansımız yok. Om Beach ve Half moon Beach'i geçtik ve yemek molası verdik. Goa'dan farklı değil, yine yemeğin gelmesini en az iki saat bekledik. Herkesle muhabbet ettik, güzel zaman geçirdik ve geçen hafta orada kalan Türk'lerin bıraktığı kitabı bulduk. Şahane Hatalar, özlemişiz kitap okumayı be!
Ve yürümeye devam.. Sonunda cennet kumsalındayız!
Om Beach |
Paradise Beach |
Kevin'ın buraya gelme nedeni Shiva gözü denen ve sadece burada
bulunabilen bir tür deniz kabuğu fosili toplamak.. Biz ise Arambol'deki arkadaşların önerisi üzerine geldik. Çadırımızı kurduk, akşam ateş yaktık, kitap okuduk, yüzdük, deniz kabukları topladık.. 3 gün boyunca keyif..
Belli bir saate kadar orada kalan ve basit yemekler pişiren bir adam var, gayet iyi ve ucuz. Ivır zıvır ve meyve satan başka biri daha var. Yanımızda yiyecek götürmüştük ama gerek yokmuş. Tekneyle yada yürüyerek günübirlik gelip giden insanlar da var, hamağını yada çadırını kurup sabahlayanlarda.. Dünyanın her yerinden kafası güzel, muhabbeti güzel onlarca insan.. Asla unutamayacağımız, bir gün bir yerlerde mutlaka tekrar görüşme dileğiyle ayrıldığımız birçok insanla tanıştık..
Yosun ve kabuk, boru değil organik bileklik! ;) |
Mr. Coconut :) |
Coşkun biraz hasta olduğu için son gece dönen geyiğin içine giremedik ama gece boyunca duyduğumuz seslerden belli, millet bayaa eğlendi. Özellikle askerliklerini bitirip ( kızlara 2, erkeklere 3 yıl askerlik var ) kafa tamir etmeye gelmiş İsrail'li bir grup iyice koptu. Sabah uyandığımızda hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık, hırsızlık olmuş, herkes şok. Kızlardan biri hüngür hüngür ağlıyor, çantaları çalınmış :( Böyle bir yerde olması çok daha üzücü, herkesin her şeyi ortada zaten sürekli..
İşte günlerdir peşinde olduğumuz paradise beach hikayesi böyle kötü bir anı ile son buldu. Çadırı toplayıp, arkadaşlara veda ettik ve yürüyerek merkeze dönmeye karar verdik.
Önceki gün su doldurmaya gittiğimizde görüp selamlaştığımız 'baba' durdurdu bizi yol üstünde, oturun dedi, bir yandan da pirinç ve domates pişiriyor.. Doldurdu tabağı verdi önümüze yeyin diye:) Türk olduğumuzu öğrenince de ilk söylediği 'Mustafa Kemal Atatürk' oldu:)
Bu adamın üzerindeki kumaş ve önündeki bir avuç malzemeden, yemeğinden başka hiçbir şeyi yok ve yemeğini, güler yüzünü, muhabbetini paylaşıyor, karşılıksız.. O da yaşıyor, her gün penceresi dahi olmayan ofislerde gününü geçirip ay sonu hesabına kimine göre kötü kimine göre çok iyi maaşları yatan, yani para karşılığında hayatını, ömrünü veren insanlar da.. Acaba kim daha özgür? İstediği kadar para harcayabilen, alışveriş delisi olmuş şehir insanları mı yoksa alışverişe ihtiyaç dahi duymayan bu adam mı?
Bir gece daha Gokarna'da kaldıktan sonra, Kevin ve Mhunish ile vedalaşıp Hampi'ye giden eskinin eskisi bir otobüsle yola çıktık.
Hiç bir fikrimiz yok, bakalım Hampi nasıl bir yer!
Emine&Coşkun
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder