Çok klişe olacak ama nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemiyorum cidden.
Goa, insanın kutsal alemlere geçebilmesi için aralanmış bir kapı gibi. Yalnız kapı ardına kadar açık değil, aradan gelen ışığı görmek için biraz zaman geçirmek gerekiyor..
Biz tam bir turist edası ile geldik buraya. Sadece bir kaç gün geçirip güneye devam edecektik ( özellikle Auroville'yi görmek için ) ama buraya gelen çoğu kişi gibi önce bir hafta planlayıp erteleye erteleye iki ayı bulduk!
Arambol ve yakın çevresinde geçirdiğimiz iki ayı, üç bölüme ayırarak yazıcam. Bu arada takip edenler bilir Avustralya yada Yeni Zelanda için work and travel vize başvurusundan da vazgeçtik :/ Banka hesabında bulunması gereken para miktarı sorunu dışında İngilizce yeterliliği için de dil sertifikası istiyorlar. Tekne bulup güney Amerika'ya geçelim dedik o da yattı çünkü dönüş için uçak bileti parası kalmıyor vs vs..
ARAMBOL'DE İLK GÜNLER
Delhi'den trene bindik ve otuz dokuz saat sonra, sabahın köründe Goa'dayız. Trende tanıştığımız çook konuşan orta yaşlı, Çin asıllı Amerika vatandaşı bir kadın ve genç bir Belarus'lu çocuktan öğrendiğimize göre son durakta değil de Margao istasyonunda inmemiz gerekiyormuş. Herkes buradan kendisiyle aynı yere gidecek olan birilerini ayarlayıp taksi ile ulaşımı sağlıyor. Biz de enteresan bir dörtlü olarak birlikte ayarladık taksiyi ve Arambol'e doğru yola koyulduk.
Önce her şey gayet eğlenceli başladı, hatta Hint taksiciden sağlam bir 'amuğğa koyayım' işittik. Evet. Adam yıllar önce Arap ülkelerinde Türklerle çalışmış. Bizim de Türk olduğumuzu öğrenince ilk cümlesi bu oldu, kısmet :)
Arambol'e varınca hemen kumsala inip ilk karşımıza çıkan yere oturduk kahvaltı için. Garson dört kişi olmamıza rağmen siparişi yanlış aldı ve beş kişilik kahvaltı getirdi. Tabi kimse beşinciyi sahiplenmeyince bu sefer sinirlendi, tabakları sert sert masaya koyuyor içinden küfür ederek bakıyor falan. Sabah sabah sinirimiz bozuldu, ne biçim bir yere gelmişiz böyle diye.. Şimdi düşünüyorum da o kadar çok rahat ötesi, dünyalar iyisi insanların yerleri varken nerden gidip bu manyak herife denk gelmişiz ilk günden! Sanırım bizim Çin'linin uğursuzluğu çünkü hesap ödenirken de istediği yağ ve reçele normalin iki-üç katı fiyat yazdıklarını görünce çıldırdı manyak karı, nasıl bağırıp çağırıyor şok olduk. Tamam garsona gıcık oldun, sinirlisin adamın tavrına ama bunun üzerinden gidilmez ki zaten menüde yazıyor, burası Goa, Delhi gibi de bekleyemezsin fiyatları ki daha pahalı olmasına rağmen yine de lafı edilmeyecek paralar, yani Hindistan işte. Yok anam kadın yeri göğü inletti, bu sefer kadına uyuz olduk haliyle, yani iki taraf da manyak. Derdimizin azıcık güler yüz ve anlayış olduğunu anlamaları umuduyla ödenmeyen kahvaltı ve reçelin parasıyla sitem dolu cümleleri bahşiş olarak bırakıp ayrıldık hepsinden. İşte böyle saçma sapan bir başlangıç yapınca güne, etrafta da tek kelime İngilizce bilmeyen Rus turistlerden başkasını göremeyince sabah sabah kararımızı verdik, en fazla 1 hafta kalırız burada diye.
Kalacak yer aramaya da her turist gibi kumsalda başladık. Bir süre dolaştıktan sonra önce Buddha Launge adında berbat bir işletmecisi olan yer ile anlaşır gibi olup, hemen yanındaki Budha Village'de karar kıldık. Berbat işletmeci diyorum çünkü bunca aydır ilk defa insülinleri buzdolabına koymayı reddeden biri ile karşılaştık. Şu yazıda bahsetmişim..
Genel olarak fiyatlar sudan ucuz.
İlk günler madem geldik, madem buralarda deniz, kum, güneş var keyfini çıkartalım şeklinde geçti. Okyanus Endonezya yada Tayland'daki gibi değil tabii ki bulanık ve her zaman dalgalı. İşte her yerin kendine göre ayrı bir güzelliği var, dalgalarla boğuşarak ve çığlık çığlığa kahkahalarla eğlenerek geçirdik günleri..
Birbirinden güzel gün batımları ve kumda oynayan bebişleri, yengeçleri ve deniz yıldızlarını görmek bile yetiyor insanı mutlu etmeye..
Henüz kutsal alemin kapısının bile farkında değildik ama gün batımlarında o bizi kendinden haberdar ediyordu. Güneş batarken öyle güzel bir şölen sergiliyor ki sarhoş olmamak için kör olmak gerekir. Her gün aynı saatte başlayan gösteri her telden insanı kardeş gibi el ele tutuşturup birlik içinde gecenin içine uğurluyor.
Biz ise oradaki diğer turistlerle beraber ağzı açık ayran budalası gibi bu heyecan verici şenliği izliyoruz. Fotoğrafta görüldüğü gibi bizim oralarda trene bakan öküzler bile burada kutsal aleme geçmişler :)
Biz böyle Japon turist modunda etrafımıza bakarken Agra'da ayrıldığımız Kenan'ın Anjuna civarında bir yerlerde olduğunu öğrendik. Motorla hemen geldi ve gün batımı ile birlikte o da Arambol'de kalmaya karar verdi.
Ertesi gün eşyalarını almak için Anjuna'ya geçti. Akşam orada parti var, biz de yanına gidicez ve ertesi sabah birlikte Arambol'e dönücez. Iphone'un haritası üzerinden basit bir mesafe ölçümü yapıp hedefimizin 12-15 km kadar uzakta olduğunu ve sallana sallana ulaşabileceğimizi düşündük.
Bir sahilden diğerine yalın ayak çıktık yola.. Kumsal boyunca bir sürü deniz canlısı ile selamlaştık, fotoğraflar çektik, sonunda Kaplumbağa Plajına vardık. Hedef karşımızdaki tepenin ardında ama o da ne, önümüzde kocaman bir nehri var?! Chomrong nehri. Üzerinde gemilerin seferler yaptığı kooskoca nehir bizim akıllı telefonun haritasında yok!
Ne yapalım mecbur yola çıktık. Ayaklar da yalın olduğu için ateş gibi yanan asfaltta yürümek mümkün olmayacağından taksiye bindik. Taksiyle de yarım saat kadar yol aldık. Yani Arambol'den Anjuna'ya tabanvay gidiş mümkün değilmiş.. Taksiciden öğrendiğimize göre seneler önce bazı çılgınlar üstünü başını poşete doldurup kafasına bağlıyor ve yüzerek nehri geçiyormuş. Olmayacak iş değil tabi gelgit durumuna da bakmak lazım ama şimdilerde bu yolu kullanan yok. Sanırım sadece bizim haricimizde herkes vespa motor kiralıyor. Günlüğü 2 dolar gibi komik bir rakam ama her gün kaza yapmış kolu bacağı, kafası sarılı insanları gördükçe iyi ki de kiralamadık diyorum. Sonuç olarak akşamüzeri çıktığımız yolu saat dokuzda bitirdik ve Kenan'la buluştuk.
Şimdilik tekno parti bize pek de ilginç gelmiyor çünkü müziğin içine giremiyoruz. Etrafımızda bin bir çeşit insan var. Herkes kendinden geçmiş halde dans ediyor ve gördüklerimiz bizde sanki bir Fatih Akın filmini izliyormuşuz hissiyatı yaratıyor :) Sadece izleyici olarak katıldığımız bu partide çok da eğlendik diyemem, Phiphi'deki çılgın atan kalabalık, ateş şovları, kovalarla tüketilen alkolleri falan düşününce burada sallanıp duran insanlar için 'ya bunlar neyin kafasını yaşıyor' diyebildik sadece :) Ertesi gün bindik Kenan'ın arkasında üçümüz bi motorda soluğu Arambol'de aldık.
Bu arada yemeklerden bahsetmeden olmaz. Hint mutfağı kendine özgü ve gerçekten çok başarılı. Eski kafa olarak geldiğimiz Hindistan'da en güzel yemekler&pilavlar bizim ülkemizde yapılıyor fikri tamamen değişti. Thali çeşitleri, ekmek çeşitleri, çeşit çeşit biryani adındaki pilavları, bizim mantı gibi etli ve sebzeli olarak çeşit çeşit hazırlanan momo. Saymakla bitmez ki, sebze yemeklerindeki çeşitlilik sizi vejeteryan bile yapabilir. Enfes biryani yapan Pacha adlı kumsaldaki restoran, arka sokaklarda öyle oralarda bir süre yaşamadan bulamayacağınız 1.5 dolara her gün çeşit çeşit sebze yemeği yapan bir aşhane, hemen hemen her yerde içebileceğiniz lemonana ve içinde envayi çeşidi bulunan (esrarlı dahil) lassi dedikleri ayranları, şeker kamışı suyu, taze ve kuru hindistan cevizi, çeşit çeşit tropik meyveler, her zaman bulunabilen karpuz... Off offf...
Cumartesi akşamları her yerde bir ferahlık, boşluk yaratan sebebin gece pazarı olduğunu öğrendik. Kenan'da motor olduğu için yine üç kafadar motora atlayıp ilk önce Anjuna'ya oradan iki yerel arkadaşla birlikte Gece Pazarına gittik. Burası bir turist pazarı. Tek artısı pek çok farklı şeyi bir arada bulabiliyor olmanız. İçeride ne ararsan bulabilirsin; alışveriş, müzik, parti, her çeşit yemek, içki.. ama normalden pahalı..
Gece o saatte yine Kenan'la beraber yollara düşüp artık hamağımızı kurduğumuz, çantaları tamamen boşaltıp güzelce yerleştiğimiz mekanımıza geldik. Git gide alışıyor ve bağlanıyoruz sanki buraya, kimse ayrılmak istemiyor..
Akşamları gün batımı ile beraber Arambol'ü Arambol, Goa'yı Goa yapan unsurlar gün batımı noktasında buluşuyor. Onlarca insan elinde ritm ve müzik aletleriyle bir araya geliyor -bir ağaç gibi hür ve tek ve bir orman gibi kardeşçesine- geceye başlıyoruz. Gece boyunca yakınlardaki partilerden gelen Goa trans müziği muhteşem bir yemeğin kokusu gibi herkesi kendine doğru çekiyor. Biz ise hala sadece bira içerek ve gözlemci modunda takılmaya devam ediyoruz.
Sahilde her türden insan görmeniz mümkün. Bir sürü çocuk, hula hoop çember çevirenler, pantomimciler, voleybol oynayanlar, rastalı saçları ayaklarına kadar uzanmış halde futbol oynayanlar, yayılmış güneşlenen inekler, köpekler, bir balıkçı teknesinin gölgesinde bateri çalan yaşlı bir adam, envayi çeşit şey çeviren jonglörler, çeşit çeşit yoga yapanlar, meditasyon yapanlar, ıvır zıvır satanlar.. Açık hava sirki gibi :)
Bazı Rus turistler dışında herkes inanılmaz rahat. Yani işletmeciler de rahat, müşteriler de.. ( sanırım ilk gün gittiğimiz yer dışında istisnasız her yer ) Mesela herhangi bir yere kahvaltıya gidip sipariş veriyorsunuz kahvaltınız gelene kadar öğle yemeği vakti geliyor :) Enteresan bir şekilde bu durum kesinlikle sizi rahatsız etmiyor beklerken birileri ile tanışıyorsunuz, muhabbete dalıyorsunuz sonra onlar kahvaltı siparişi veriyor falan derken öğle yemeğini de hep beraber orada yeyip ancak gün batımı için oturduğunuz yerden kalkabiliyorsunuz :)
Yine böyle bir günün ardından gün batımından sonra bir festival başladı. Okul müsameresi gibi başladı sonra görüp görebileceğimiz her yaştan Hintli, yerel ve dünya müzikleri eşliğinde danslar etti. Açık arttırmada muz ve hindistan cevizleri satıldı.
Müthiş eğlenceli bir gecenin ardından evrene açılan kapının anahtarı iki Alman kız sayesinde elimize geçti..
Ertesi gün hiç gitmek istemeyen Kenan'la vedalaştık ve bizim için asıl Goa deneyimi yeni başlıyor!
Emine&Coşkun
Goa, insanın kutsal alemlere geçebilmesi için aralanmış bir kapı gibi. Yalnız kapı ardına kadar açık değil, aradan gelen ışığı görmek için biraz zaman geçirmek gerekiyor..
Biz tam bir turist edası ile geldik buraya. Sadece bir kaç gün geçirip güneye devam edecektik ( özellikle Auroville'yi görmek için ) ama buraya gelen çoğu kişi gibi önce bir hafta planlayıp erteleye erteleye iki ayı bulduk!
Arambol ve yakın çevresinde geçirdiğimiz iki ayı, üç bölüme ayırarak yazıcam. Bu arada takip edenler bilir Avustralya yada Yeni Zelanda için work and travel vize başvurusundan da vazgeçtik :/ Banka hesabında bulunması gereken para miktarı sorunu dışında İngilizce yeterliliği için de dil sertifikası istiyorlar. Tekne bulup güney Amerika'ya geçelim dedik o da yattı çünkü dönüş için uçak bileti parası kalmıyor vs vs..
ARAMBOL'DE İLK GÜNLER
Delhi'den trene bindik ve otuz dokuz saat sonra, sabahın köründe Goa'dayız. Trende tanıştığımız çook konuşan orta yaşlı, Çin asıllı Amerika vatandaşı bir kadın ve genç bir Belarus'lu çocuktan öğrendiğimize göre son durakta değil de Margao istasyonunda inmemiz gerekiyormuş. Herkes buradan kendisiyle aynı yere gidecek olan birilerini ayarlayıp taksi ile ulaşımı sağlıyor. Biz de enteresan bir dörtlü olarak birlikte ayarladık taksiyi ve Arambol'e doğru yola koyulduk.
Önce her şey gayet eğlenceli başladı, hatta Hint taksiciden sağlam bir 'amuğğa koyayım' işittik. Evet. Adam yıllar önce Arap ülkelerinde Türklerle çalışmış. Bizim de Türk olduğumuzu öğrenince ilk cümlesi bu oldu, kısmet :)
Arambol'e varınca hemen kumsala inip ilk karşımıza çıkan yere oturduk kahvaltı için. Garson dört kişi olmamıza rağmen siparişi yanlış aldı ve beş kişilik kahvaltı getirdi. Tabi kimse beşinciyi sahiplenmeyince bu sefer sinirlendi, tabakları sert sert masaya koyuyor içinden küfür ederek bakıyor falan. Sabah sabah sinirimiz bozuldu, ne biçim bir yere gelmişiz böyle diye.. Şimdi düşünüyorum da o kadar çok rahat ötesi, dünyalar iyisi insanların yerleri varken nerden gidip bu manyak herife denk gelmişiz ilk günden! Sanırım bizim Çin'linin uğursuzluğu çünkü hesap ödenirken de istediği yağ ve reçele normalin iki-üç katı fiyat yazdıklarını görünce çıldırdı manyak karı, nasıl bağırıp çağırıyor şok olduk. Tamam garsona gıcık oldun, sinirlisin adamın tavrına ama bunun üzerinden gidilmez ki zaten menüde yazıyor, burası Goa, Delhi gibi de bekleyemezsin fiyatları ki daha pahalı olmasına rağmen yine de lafı edilmeyecek paralar, yani Hindistan işte. Yok anam kadın yeri göğü inletti, bu sefer kadına uyuz olduk haliyle, yani iki taraf da manyak. Derdimizin azıcık güler yüz ve anlayış olduğunu anlamaları umuduyla ödenmeyen kahvaltı ve reçelin parasıyla sitem dolu cümleleri bahşiş olarak bırakıp ayrıldık hepsinden. İşte böyle saçma sapan bir başlangıç yapınca güne, etrafta da tek kelime İngilizce bilmeyen Rus turistlerden başkasını göremeyince sabah sabah kararımızı verdik, en fazla 1 hafta kalırız burada diye.
Kalacak yer aramaya da her turist gibi kumsalda başladık. Bir süre dolaştıktan sonra önce Buddha Launge adında berbat bir işletmecisi olan yer ile anlaşır gibi olup, hemen yanındaki Budha Village'de karar kıldık. Berbat işletmeci diyorum çünkü bunca aydır ilk defa insülinleri buzdolabına koymayı reddeden biri ile karşılaştık. Şu yazıda bahsetmişim..
Genel olarak fiyatlar sudan ucuz.
İlk günler madem geldik, madem buralarda deniz, kum, güneş var keyfini çıkartalım şeklinde geçti. Okyanus Endonezya yada Tayland'daki gibi değil tabii ki bulanık ve her zaman dalgalı. İşte her yerin kendine göre ayrı bir güzelliği var, dalgalarla boğuşarak ve çığlık çığlığa kahkahalarla eğlenerek geçirdik günleri..
Birbirinden güzel gün batımları ve kumda oynayan bebişleri, yengeçleri ve deniz yıldızlarını görmek bile yetiyor insanı mutlu etmeye..
Buddha Village |
Sonsuzluğa koşmak gibi.. |
Henüz kutsal alemin kapısının bile farkında değildik ama gün batımlarında o bizi kendinden haberdar ediyordu. Güneş batarken öyle güzel bir şölen sergiliyor ki sarhoş olmamak için kör olmak gerekir. Her gün aynı saatte başlayan gösteri her telden insanı kardeş gibi el ele tutuşturup birlik içinde gecenin içine uğurluyor.
Biz ise oradaki diğer turistlerle beraber ağzı açık ayran budalası gibi bu heyecan verici şenliği izliyoruz. Fotoğrafta görüldüğü gibi bizim oralarda trene bakan öküzler bile burada kutsal aleme geçmişler :)
Ne içtiysen aynısından istiyorum ;) |
Ertesi gün eşyalarını almak için Anjuna'ya geçti. Akşam orada parti var, biz de yanına gidicez ve ertesi sabah birlikte Arambol'e dönücez. Iphone'un haritası üzerinden basit bir mesafe ölçümü yapıp hedefimizin 12-15 km kadar uzakta olduğunu ve sallana sallana ulaşabileceğimizi düşündük.
Bir sahilden diğerine yalın ayak çıktık yola.. Kumsal boyunca bir sürü deniz canlısı ile selamlaştık, fotoğraflar çektik, sonunda Kaplumbağa Plajına vardık. Hedef karşımızdaki tepenin ardında ama o da ne, önümüzde kocaman bir nehri var?! Chomrong nehri. Üzerinde gemilerin seferler yaptığı kooskoca nehir bizim akıllı telefonun haritasında yok!
Morjim Beach |
Bir ineğe eşek şakası. |
Bu nasıl bir güzelliktir! Öpüşen Yengeçler :) |
Kıskaçlarını kaybetmiş bir yengeç |
Yengeç Yumurtaları |
Yengeç Yumurtaları |
Giden okyanusun dönüşünü bekleyen minik bir deniz yıldızı |
Ayaklarıma kara sular indiii! |
Ne yapalım mecbur yola çıktık. Ayaklar da yalın olduğu için ateş gibi yanan asfaltta yürümek mümkün olmayacağından taksiye bindik. Taksiyle de yarım saat kadar yol aldık. Yani Arambol'den Anjuna'ya tabanvay gidiş mümkün değilmiş.. Taksiciden öğrendiğimize göre seneler önce bazı çılgınlar üstünü başını poşete doldurup kafasına bağlıyor ve yüzerek nehri geçiyormuş. Olmayacak iş değil tabi gelgit durumuna da bakmak lazım ama şimdilerde bu yolu kullanan yok. Sanırım sadece bizim haricimizde herkes vespa motor kiralıyor. Günlüğü 2 dolar gibi komik bir rakam ama her gün kaza yapmış kolu bacağı, kafası sarılı insanları gördükçe iyi ki de kiralamadık diyorum. Sonuç olarak akşamüzeri çıktığımız yolu saat dokuzda bitirdik ve Kenan'la buluştuk.
Şimdilik tekno parti bize pek de ilginç gelmiyor çünkü müziğin içine giremiyoruz. Etrafımızda bin bir çeşit insan var. Herkes kendinden geçmiş halde dans ediyor ve gördüklerimiz bizde sanki bir Fatih Akın filmini izliyormuşuz hissiyatı yaratıyor :) Sadece izleyici olarak katıldığımız bu partide çok da eğlendik diyemem, Phiphi'deki çılgın atan kalabalık, ateş şovları, kovalarla tüketilen alkolleri falan düşününce burada sallanıp duran insanlar için 'ya bunlar neyin kafasını yaşıyor' diyebildik sadece :) Ertesi gün bindik Kenan'ın arkasında üçümüz bi motorda soluğu Arambol'de aldık.
Minik bir yengeç |
Bu arada yemeklerden bahsetmeden olmaz. Hint mutfağı kendine özgü ve gerçekten çok başarılı. Eski kafa olarak geldiğimiz Hindistan'da en güzel yemekler&pilavlar bizim ülkemizde yapılıyor fikri tamamen değişti. Thali çeşitleri, ekmek çeşitleri, çeşit çeşit biryani adındaki pilavları, bizim mantı gibi etli ve sebzeli olarak çeşit çeşit hazırlanan momo. Saymakla bitmez ki, sebze yemeklerindeki çeşitlilik sizi vejeteryan bile yapabilir. Enfes biryani yapan Pacha adlı kumsaldaki restoran, arka sokaklarda öyle oralarda bir süre yaşamadan bulamayacağınız 1.5 dolara her gün çeşit çeşit sebze yemeği yapan bir aşhane, hemen hemen her yerde içebileceğiniz lemonana ve içinde envayi çeşidi bulunan (esrarlı dahil) lassi dedikleri ayranları, şeker kamışı suyu, taze ve kuru hindistan cevizi, çeşit çeşit tropik meyveler, her zaman bulunabilen karpuz... Off offf...
Thali |
Biryani |
Momo |
Lemonana |
Şeker Kamışı |
Şeker Kamışı Suyu |
Cumartesi akşamları her yerde bir ferahlık, boşluk yaratan sebebin gece pazarı olduğunu öğrendik. Kenan'da motor olduğu için yine üç kafadar motora atlayıp ilk önce Anjuna'ya oradan iki yerel arkadaşla birlikte Gece Pazarına gittik. Burası bir turist pazarı. Tek artısı pek çok farklı şeyi bir arada bulabiliyor olmanız. İçeride ne ararsan bulabilirsin; alışveriş, müzik, parti, her çeşit yemek, içki.. ama normalden pahalı..
Gece o saatte yine Kenan'la beraber yollara düşüp artık hamağımızı kurduğumuz, çantaları tamamen boşaltıp güzelce yerleştiğimiz mekanımıza geldik. Git gide alışıyor ve bağlanıyoruz sanki buraya, kimse ayrılmak istemiyor..
Akşamları gün batımı ile beraber Arambol'ü Arambol, Goa'yı Goa yapan unsurlar gün batımı noktasında buluşuyor. Onlarca insan elinde ritm ve müzik aletleriyle bir araya geliyor -bir ağaç gibi hür ve tek ve bir orman gibi kardeşçesine- geceye başlıyoruz. Gece boyunca yakınlardaki partilerden gelen Goa trans müziği muhteşem bir yemeğin kokusu gibi herkesi kendine doğru çekiyor. Biz ise hala sadece bira içerek ve gözlemci modunda takılmaya devam ediyoruz.
Sahilde her türden insan görmeniz mümkün. Bir sürü çocuk, hula hoop çember çevirenler, pantomimciler, voleybol oynayanlar, rastalı saçları ayaklarına kadar uzanmış halde futbol oynayanlar, yayılmış güneşlenen inekler, köpekler, bir balıkçı teknesinin gölgesinde bateri çalan yaşlı bir adam, envayi çeşit şey çeviren jonglörler, çeşit çeşit yoga yapanlar, meditasyon yapanlar, ıvır zıvır satanlar.. Açık hava sirki gibi :)
İşte bunu beklemiyodunuz dimi :) |
Bazı Rus turistler dışında herkes inanılmaz rahat. Yani işletmeciler de rahat, müşteriler de.. ( sanırım ilk gün gittiğimiz yer dışında istisnasız her yer ) Mesela herhangi bir yere kahvaltıya gidip sipariş veriyorsunuz kahvaltınız gelene kadar öğle yemeği vakti geliyor :) Enteresan bir şekilde bu durum kesinlikle sizi rahatsız etmiyor beklerken birileri ile tanışıyorsunuz, muhabbete dalıyorsunuz sonra onlar kahvaltı siparişi veriyor falan derken öğle yemeğini de hep beraber orada yeyip ancak gün batımı için oturduğunuz yerden kalkabiliyorsunuz :)
Yine böyle bir günün ardından gün batımından sonra bir festival başladı. Okul müsameresi gibi başladı sonra görüp görebileceğimiz her yaştan Hintli, yerel ve dünya müzikleri eşliğinde danslar etti. Açık arttırmada muz ve hindistan cevizleri satıldı.
Hoşçakal Dost |
Ertesi gün hiç gitmek istemeyen Kenan'la vedalaştık ve bizim için asıl Goa deneyimi yeni başlıyor!
Emine&Coşkun
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder